Şubat-mart-nisan dönemini kapsayan işgücü verileri dün açıklandı. Bayrama az kaldı. Bu nedenle işin güzel tarafından başlayayım. İstihdam oranı geçen yılın aynı döneminde yüzde 40.4’e düşerek dibe vurmuştu. O tarihten bu yana belirgin bir artış gerçekleşti istihdam oranında. Dün açıklanan veriye göre yüzde 44.3 oldu. Bir yıllık dönemde dört puan yükseliş; güzel.
Şimdi daha geniş bir pencereden bakayım verilere. Çok önemli ve kadim bir sorun var işgücü piyasasında. Şu: Çalışabilir yaştaki nüfusumuzun önemli bir kısmını istihdam edemiyoruz. 2005’ten bu yana hep yüze 50’nin altında seyretti istihdam oranı. Daha önceki verilerde daha yüksek bir oran var mıydı? Yok diye hatırlıyorum, ama önceki veriler zaten şimdikilerle karşılaştırılabilir değiller. Elbette salt bugünün sorunu değil ama sonuçta büyük bir sorun. Arkasında iki temel neden var. Birincisi, kadınlarımızın büyük bir kısmı işgücüne katılmıyor. Çalışma yaşamında olan erkeklerin yüzde 70.6’sı işgücüne katılırken, kadınlarda bu oran yüzde 31.7. Bunlar en güncel değerler. Pandemi öncesinde kadınlarımızın işgücüne katılma oranları yüzde 34.9’a kadar çıkmıştı. İkincisi, ekonomimiz istihdam yaratamıyor; daha doğrusu yetersiz kalıyor yarattığı istihdam. Dolayısıyla, kadınlarımızın işgücüne katılma oranı birden artsa zaten önemli bir kısmına iş bulunamayacak; istihdam oranımız yükselmeyecek. Yerine işsizlik oranımız sıçrayacak.
Bu uzun dönemli sorunu bir tarafa bırakır ve 2018-2019 krizinin başlangıcının birkaç ay öncesinden bu yana bakarsam bir başka olumsuzluk daha ortaya çıkıyor. Ocak 2018’de istihdam oranımız yüzde 47.7’ye çıkmıştı. Dolayısıyla, son bir yıllık dönemde yükselmiş de olsa hala bu zirve noktasının belirgin biçimde altında istihdam oranımız.
Bu son saptama bir ekonomi politikası sorununa getiriyor bizi. Kriz öncesinde istihdam oranımızın yükselmesinin arkasındaki temel neden inşaat sektöründeki hızlı büyümeydi. Bu büyüme, bu sektöre aktarılan kredilerin, diğer sektörlere aktarılan kredilerden çok daha fazla artmasından kaynaklanıyordu. 2007 başındaki reel kredi miktarına 100 dersek, inşaat dışı sektörlerde reel kredi miktarı 2017 sonunda 284 olmuştu. Bu oldukça yüksek bir artış. İnşaat sektöründeki reel kredi miktarı ise 2017 sonunda 409’a çıkmıştı: Çok daha yüksek. Dolayısıyla çok hızlı kredi artışıyla gelen büyüme ve istihdam artışı, ekonomimizin kırılganlıklarını artırıyorsa –ki artırıyor; başka yazılarda yeniden ele alırım- kalıcı olmuyor. Her sıkıştığımızda kredi musluklarını sonuna kadar açmak, bir anlamda suyun önemli bir kısmını boşa harcamak oluyor.
Güzel bir bayram dilerim.