Fiyat istikrarının olduğu ekonomilerde stokçuların para kazanması mümkün değildir. Ama ne zamanki fiyat istikrarı bozulur enflasyon yükselir, ekonomide stoklama eğilimi artar. Bizde olan da budur. Enflasyon resmi rakamlarla yüzde 80’e dayandı. Bizde de stoklama eğilimi güçlendi. Ama sap ile samanı ayırmak gerekir.
Bir mamul ürünü satıştan çekip, depoda tutup fiyatın artmasını beklemek ya da satışı durdurarak fiyatları yukarı çekmeye çalışmak stokçuluktur. Serbest ekonomilerde suç sayılmasa dahi ayıplanacak bir davranıştır.
Ancak bir de üretim yapabilmek ve üretimde sürekliliği sağlayabilmek için gerekli hammadde ve ara mallarını, yani temel girdileri alarak depolamak vardır ki, tamamen farklı bir eylemdir. İşletmelerin bekası için yapılır; gereken zamanlarda bunu yapmayan yöneticiler için ayıplanacak bir davranıştır.
Salı günü Ankara’daydım. Farklı sektörlerden çok sayıda işadamı ile bir araya geldim. Birçoğu maliyetlerdeki artıştan ve finansmana ulaşmaktaki zorluktan yakınıyordu. Artan maliyetler ve değer kaybeden Türk lirası nedeniyle özellikle ithal edilen ya da fiyatları döviz kuruna bağlı olan girdileri stoklamak için finansmana erişmek istiyorlardı.
Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun İstanbul Sanayi Odası’ndaki konuşmasıyla yeni bir tartışma başlamıştı.
Gerçi Kavcıoğlu daha sonra TOBB Sektör Meclisleri toplantısında, ISO’daki sözleriyle “Hiç kimseyi stokçulukla suçlamadım. Düşük faizle TL kredi kullanıp bu krediyle döviz alanları kastettim” dedi ama aslında “stokçuluk” meselesi yeni başlayan bir tartışma değildi. Enflasyonun yüksek olmaktan çıkıp “hiper”e dönüşmesiyle bu tartışma çok daha önce, yılın ilk çeyreğinde başlamıştı.
Nisan ayının 26’sında yine bu köşede yazdığım “Normal ekonomilerde depoculuk, enflasyonist ortamda stokçuluk” başlıklı köşe yazısında da vurgulandığı gibi “Stokçulukla mücadele etmek her hükümetin temel görevidir ama zaman zaman sap ile saman birbirine karışıyor.” Stokçuluk ile depoculuk ya da stokçuluk ile stoklama veya depolama birbirine karıştırılabiliyor. Oysa bunlar farklı şeylerdir.
İşletmelerin 2 önceliği
Dünyada enflasyonun en yüksek olduğu birkaç ekonomiden biriyiz. Buna ek olarak dünyanın en fazla değer kaybeden paralarından birine sahibiz. Böylesi yüksek enflasyon ve istikrarsız ulusal para dönemlerinde işletmeler açısından iki öncelik ortaya çıkar. Bunlardan birincisi tedarik sürecinin emniyetini sağlama isteğidir. Şirketler üretim yapabilmek için hayati öneme sahip olan girdilerin tedarik sürecinde kesinti yaşanmasını istemezler. Çünkü böyle bir kesinti işin sürekliliğini tehdit eder.
İkincisi ise girdilerin maliyetini kontrol altında tutmak istekleridir. Çünkü aynı girdiyi her defasında farklı fiyatlardan temin etmek doğru bir fiyatlama yapmanın önünde ciddi engel oluşturur. Sık sık zam yapmak zorunda bırakır. Bu nedenle birçok şirket hammadde tedariklerini güvence altına almak için zaman zaman ihtiyaçlarının üzerinde hammadde ve ara malı alımı yaparak gelecek dönemlerde oluşabilecek risklere karşı koruma sağlamak isterler. Bu sayede kısmen de olsa fiyat istikrarını ve kesintisiz üretimi sağlamış olurlar.”
Enerji, hammadde ve işçilik maliyetlerinde artış nedeniyle şirketlerin işletme sermayesi ihtiyacı artıyor. Ancak özellikle Temmuz başından bu yana finansmana erişim ise zorlaştı. Kısacası herkes kredi peşinde, herkes borçlanıp hammadde ve ara malı stoğu yapmak peşinde. Yani can derdinde. Böyle bir ortamda biz hala “stokçuluk”u tartışıyoruz. Oysa tartışmamız gereken enflasyonu düşürecek ve belirsizliği azaltacak politikaların hızla devreye sokulmasıdır. Sorunun muhatabı artan fiyatlar karşısında hammadde stoklamaya çalışan sanayici değil, para ve kur politikalarını yapan ve makroekonomik modeli hazırlayan ve uygulayan ekonomi yönetimidir.