Salâh Birsel 22 yıl önce 72 yaşında kalp krizine yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Özgün bir şairi, özgün bir deneme yazarını, humour’u eserlerinde en iyi kullanan isimlerden birini, belki de en başta gelenini yitirdik.
10 Mart 1999; şair, denemeci Salâh Birsel’in aramızdan ayrıldığı tarih. Önümüzdeki çarşamba 22 yıl olacak. Onunla o kadar çok anımız var ki… Bostancı çay bahçelerindeki sohbetlerimizi, evinin salonunda yankılanan sesini, eşi tiyatro sanatçısı Jale Hanım’ın getirdiği çayları hiç unutmuyorum.
“Faruk’a çok çok çok çok sevgiyle” diye imzaladığı kitaplarının ithaf sayfalarına bakıyorum zaman zaman. Beni tanıdıkça, yıllar geçtikçe “çok”ların sayısı iyice artmıştı.
Çetin Altan’dan Selim İleri’ye, Attilâ İlhan’dan Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya ustaları bir araya getirdiğimiz Özgür Yayınları’na gelmesi, yazarlarımız arasına katılması için kendisini ikna etmiştim. Böylelikle editörlüğünü yapma şansını da yakalamıştım.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Taha Toros arşivine başka bir konu için bakarken 1986 yılında Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü “Yaşlılık Günlüğü” ile aldıktan sonra kendisiyle yaptığım söyleşiye rastladım. Onun üzerinden de 35 yıl geçmiş. Konumuz ödül nedeniyle doğal olarak günlüklermiş, ama laf lafı açmış denemeler, şiirler, roman devam etmişiz. Onu sevgi ve özlemle anarken o söyleşiden bazı bölümleri yazıma almak istiyorum:
“Yaşlılık Günlüğü, Türk edebiyatının ilk edebiyat günlüğüdür” demişti. Fransızca “curnal”ın karşılığı olarak “günlük” terimini kendisinin getirdiğini söylemişti:
“1949 yılında Beş Sanat dergisinde ilk günlüğüm yayınlandığı zaman bu terimi de kullanmaya başlamış oluyorum. Yalnız benden önce Falih Rıfkı’nın bir yazısında da geçer bu sözcük. İlk günlüğüm, 1955’te ‘Günlük’ adıyla yayınlandı. İkincisinin adı Kuşları Örtünmektir.”
Konu “1001 Gece Denemeleri” başlığı altında yayınladığı denemelerine de gelmişti tabii. İlk deneme kitabını 1969 yılında “Kendimle Konuşmalar” adıyla yayınladığını söylemiş ve şöyle devam etmişti:
“Sonra onu ‘Yapıştırma Bıyık’ adıyla geçen yıl, son denemelerimle birlikte yayınladım. İki deneme kitabım da ödül kazanmıştır. (…) Ben denemelerimde, yazılarımda insanlara bir şeyleri sevmelerini, kitabı ellerinden eksik etmemelerini, güzel olan her şeye çengel atmalarını ve içlerinde kin ve düşmanlık barındırmamalarını anlatmaya çalışıyorum.”
Ne güzel sözler değil mi? Bugün tam ihtiyacımız olan cümleler.
O iyi bir şairdi hem de “şiirin ilkeleri”ni yazan bir şair:
“Şiirin İlkeleri, Türkçede ilk poetikadır. Şiir sanatı üzerine yazılmış bir kitaptır. Ondan önce Haşim’in Orhan Veli’nin şiir kitaplarına yazdıkları önsözler vardır, ama bunlar kendi şiirlerini açıklayan denemelerdir. Gerçekte şiirin ne olduğu anlatılamaz. Bu kitabımda ben de bunun üstesinden gelemedim sanırım. Ama şiirin ne olduğunu değilse de ne olmadığını ortaya koymaya çalıştım. Bu da şiirin peçesini biraz olsun açmama yardım etti.”
“Şiirin peçesini açmak” deyimi onun kitaplarında hangi sözcükleri kullandığına dair ipucu taşıyor. Çünkü o, bir sözcük sihirbazıydı. Kendisini “Ben sözcük ardında koşan bir yazarım. Bir sözcük hokkabazıyım’’ diye tanımlıyordu.
Söz, romanına da gelmiş, çok severek okuduğum, dönüp dönüp karıştırdığım “Dört Köşeli Üçgen”i şu sözcüklerle anlatmıştı: “Ben bu kitabımda da ortalarda dolaşan romanların dışında bir şeyler vermek istedim. Yani romanı dış olgulardan çok kafamın içinde yarattım, ama ne yazık ki daha başka romanlar yazarak yapmak istediğimi yeterince anlatamadım. Ama ondan her zaman memnun olarak yaşamışımdır.”
Sohbetimiz “Salâh Bey Tarihi” kitaplarından söz ederek sona ermişti. Mutlaka hatırlayacaksınız “Kahveler Kitabı”, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”, “Boğaziçi Şıngır Mıngır”, “Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi” ile “İstanbul-Paris”…
Salâh Bey 72 yaşında kalp krizine yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Özgün bir şairi, özgün bir deneme yazarını, humour’u eserlerinde en iyi kullanan isimlerden birini, belki de en başta gelenini yitirdik. Bize düşen kitaplarını okumak, onu eserlerinde yaşatmak. Benim için de her yitirdiğim edebiyatçı, sanatçı dostumdan sonra daha da yalnızlaşmaktan kaçmanın tek yolu bu; satırlarında olsun seslerini duyabilmek…