Sık yaşanan ekonomik sıkıntılar, küresel salgınlar, iklim değişikliklerinin zorlaması, çatışmalar ve adaletsizliklerin neden olduğu göçler şehirlerin sosyal açıdan evrilmesini zorunlu kıldı ve “sosyal şehir” kavramı ile tanışmış olduk.
“Sosyal Şehir” katılımcılık ile hayat bulan ve gelişen, insan odaklı bir anlayış ve uygulama anlamına gelmekte. Bu anlayış stratejik planlama ve uygulanan politikalarla şehirlinin ihtiyaç ve beklentilerinin adil, güvenli, yaşam kalitesi yüksek, hizmet ve fırsatlara eşit şekilde erişilebilir şekilde karşılanması demek. Şehirleri sadece ekonomik güç merkezi olarak değil aynı zamanda sosyal refah merkezi olarak kabul etmek demek. Amaç şehir zorlukları ile baş edebilmek için sosyal ayırımcılığı en aza indirmek, sosyal dayanışmayı arttırmak ve katılımcılığı kolaylaştırmak olmalı. Söz konusu kavramları biraz daha açıklamaya çalışırsak:
- Kapsayıcılık-şehri paylaşmak
Bir sosyal şehir, kapsayıcı olmalıdır. Kimdir, ne değildir bakmaksızın her şehirlinin sosyal, ekonomik, kültürel fırsatlardan yararlanmasını sağlamalıdır. Toplu ulaşıma kolaylıkla erişebilmek, kıyılardan, yeşil alanlardan topluca yararlanmak, kültürel etkinliklere katılabilmek gibi…
- İşbirliği- şehri oluşturmak
Bir sosyal şehir, bireylerle toplum arasında bağı teşvik etmeli, güçlendirmelidir. Zor günlerde dayanışmayı mümkün kılacak, kolaylaştıracak imkânlar yaratmalıdır. Ki bunun örneklerini salgın sırasında gördük, deneyimledik.
- Katılımcılık- şehri dönüştürmek
Bir sosyal şehir, sakinlerinin şehirle ilgili kararlara katılmasını sağlayabilmelidir. Kişi yaşadığı şehirde önemli değişikliklere yol açabilecek karar süreçlerine katılabilmeli, fikrini özgürce ifade edebilmeli, katkıda bulunabilmelidir.
“Sosyal Şehir” savunucuları, uzun bir dönem şehirlerin küresel ekonomi kaldıraçından yararlanarak geliştiğini ancak bu güzel günlerin belli kesimlere yaradığını çoğu şehirliye faydası olmadığını vurguluyor. Eşitsizlik ve yoksulluğun şehirlerde yaygınlaştığını ve artık başka bir şehirleşmeden “Sosyal Şehir”den söz etmenin zamanı geldiğini söylüyorlar. Bazı şehirler esen rüzgârı arkalarına alıp, finansman yaratıp hem altyapı hem üstyapıda önemli yatırımlar gerçekleştirmiş, göz alıcı meydanlar, finansman merkezleri ile şehirlerini birer cazibe merkezine dönüştürmesini becermişler. Buna rağmen sosyal adaleti henüz sağlayamamışlar. Özellikle küresel salgın döneminde tanık olduğumuz gibi. Bir dengeye ihtiyaç olduğu kesin.
Sosyal şehir için sürdürülebilirlik şart. Sürdürülebilirlik ancak üçayak üzerine oturtulursa bir denge sağlanacağı da kesin; çevresel, ekonomik ve elbette sosyal. Daha çok çevresel ve ekonomik sürdürülebilirlik üzerine odaklanıldı. Belki de bu ikisi daha ölçülebilir, daha öngörülebilir olduğu için. Bundan sonrası için daha sosyal kapsayıcı bir geleceğin inşası söz konusu ve bunun için de bir “sosyal şehir” gerekiyor. Eğer mevcutsa, refahın kontrolü, herkes için yararlı hale getirilmesi ve belki de kök salacak bir şehirli yenileşme hareketi ile yeni bir refah anlayışı geliştirilmesi öngörülüyor.
Geçmişte ve günümüzde, bazı yerel yöneticilerin şehirlerinde sosyal adaleti sağlamak için aldığı köklü kararlar ve uyguladığı politikalar var. Bunlardan biri 1873 yılında Birmingham belediye başkanı seçilen Joseph Chamberlain. Londralı varlıklı bir ailenin çocuğu olarak hayata gelen Chamberlain göreve geldikten sadece iki yıl içerisinde şehirde hem sosyal hem de ekonomik anlamda önemli dönüşüm sağladı. Daha önce özel şirketlerce sağlanan ve yaşayan halkı zora sokan gaz ve su işini kurduğu belediye şirketleri eliyle yürütmeye başladı ve buna da “gaz ve su sosyalizmi” adı verildi. Onun inancına göre şehirde yaşayan halkı yakından ilgilendiren hizmetler sadece elde edecekleri kârı gözeten şirketlerce değil onların eliyle yürütülmeliydi.
Günümüzde ise örnek olarak Barselona’nın uygulamaları ile ezber bozan belediye başkanı Ada Colau var. 2015 ile 2023 arası Barselona belediye başkanlığı görevini sürdüren A. Colau yeni bir şehirli hareketinin de önderi. 3,4 milyon bilhassa boş tutulan konut İspanya’yı derinden etkileyen bir sosyal sorun haline gelmişti. Ada Colau’nun önderliğinde kurulan “İpotekli Konut Mağdurları Platformu” büyük bir halk hareketine dönüştü ve yüksek faiz oranları ile geri ödemeleri imkansız hale getiren İspanya Bankalar Birliği “baş suçlu” ilan edildi. Colau aynı zamanda “İpotekli Hayatlar” kitabının da yazarı.
31 Mart günü oylarımızı kullandık ve gelecek 5 yıl şehirlerimizin kaderini belirleyecek belediye başkanlarını seçtik. Ana muhalefet partisi oyların çoğunu, sosyo-ekonomik anlamda ülke kaderini etkileyecek şehir yönetimlerinin çoğunu kazandı. Bozulan ekonomik koşullar nedeniyle artan sosyal adaletsizlik şehir yönetimlerinin karar ve politikalarını etkilemekte. Bu çok doğal. Yeni seçilen belediye başkanlarının beyanatlarına bakılınca geçen dönem oy kazandıran uygulamaları örnek alıp sürdürmek kararındalar. Bu da çok doğal. Madem bu uygulamalar sıkıntılı günlerde prim yapıyor o zaman başkaca formüller geliştirmenin gereği yok; kopyala ve yapıştır!
Bizim şehirlerimiz küresel finans kolaylığı rüzgârını arkasına alıp büyük değişim ve dönüşüm yaşamadı. Böyle bir altyapı, üstyapı rüzgârından ne yazık ki nasibimizi alamadık. Onlar ise bu süreci tamamladıktan sonra, bilhassa pandemi sürecinde, sosyal sorunlar ile yakından tanıştılar. Akılyapı dönemine denk geldiği için sosyal şehirciliği gerçekleştirmeleri daha kolay. Bizim şehirlerimiz ise hala altyapı ve üstyapı ile uğraşırken bir yandan da sosyal dengeyi sağlama gayretinde. Bir yandan en uca yetişmeye çalışırken diğer yandan tabanda oluşan sorunlarla baş etmeye uğraşırken yorgun düşüyoruz; yapay zeka, 5G yaşamımıza dahil oluyor ve biz şehirli yoksulluğu ile mücadele için halk ekmek fabrikaları kuruyoruz, halk lokantaları işletiyoruz. Belediye bakkallık yapıyor. Belediye çiftçiye tohum, gübre dağıtıyor. Gelişmiş ülke şehirleri şehir çeperinde organik besin ürünleri için teşvik sağlarken biz temel gıda açmazına düşmeyelim diye çırpınıyoruz. Böyle bir açmaz düşman başına! Maslow Piramidi’nin tepesi ile tabanı arasında koşuşturmaktan bitkin düşüyoruz. Şehirlerimiz iki arada bir derede kaldı. Hangi taban daha fazla prim yapıyorsa oraya ağırlık veren kazandı, kazanacak gibi de gözüküyor. Peki böyle bir trend şehirlerimizi, bizi nereye taşır? Şehirlerimiz hangi kümede yarışır? Nasıl bir gelecek inşa edilir?
Sürdürülebilirlik üçayak üzerine sağlam oturtulursa denge sağlanacak demiştik. Sosyal şehirli olalım derken refahın anahtarı ekonomi denklemden çıkarılırsa günü kurtarır ancak yarını inşa edemeyiz. “Sosyal Şehir” için refahın arttırılması şart. Şehrin kazançları artacak ve artan kazançtan şehirli adil bir şekilde yararlanacak!