Okumaya başladığınız yazı ile serinin üçüncü makalesinde de Fed ve gelecek dönem sorunları üzerinden ilerlemenin yanlış olmadığını düşünmeye devam ediyorum. Zira bugünler yarından sonrası için biraz daha fazla kafa yormanın elzem olduğu süreçlere işaret ediyor. Küresel enflasyonun seyrinden, merkez bankalarının davranış setine ve yol üzerinde başlayacak olan ayrışmalara dek geniş yelpazede konuyu düşünüp tartışmak gerekiyor. O noktadayız.
Pandemi sonrasında başlayan yüksek enflasyonist dönem artık bir klasik olduğu üzere son 30-40 yılın zirve rakamlarını karşılamamıza ve hayatımızın her köşesinde yakından hissetmemize neden oldu. Her ne kadar bildiklerimiz ve alıştıklarımızdan farklı bir fiyat baskısı süreci ile karşılaşmış olsak da gösterilen tepki mekanizmasının büyük çoğunluğu geçmiş ile paralel. Merkez bankaları Fed önderliğinde sıkılaşma döngüsünü olabildiğince ivmeli bir patikada sürdürürken, Covid’in de etkisiyle maliye tarafındaki davranış kalıpları halklar üzerindeki hayat pahalılığını kırmak ve enerji maliyetlerinin acısını nispeten hafifletmek için genişlemeci tarafta kalmaya devam ediyor. Bu durumun bir kısmı isteyerek, bir kısmı da mecburiyetten.
Sesli düşünmekten zarar gelmediğine inandığımı bu köşeyi takip edenler kolaylıkla hatırlayacaktır. Bu nedenle son 3-4 yazıda yavaş yavaş Fed’in sonraki hamlesi üzerine kafa yormaya başlamak için yanlış bir zamanlama olmayacağına inandığımı dile getirmeye çalışıyorum. Muhtemelen, Fed’in kendi sıkılaşma döngülerindeki en acı veren sürecin yavaş yavaş vitesi düşürme kısmına yaklaşıyoruz. “Muhtemelen” kelimesini kullanma nedenim ise, imalattan hizmete geçiş yapan ABD ve küresel enflasyonun ne ölçekte yapışık kalacağı ve inatçı davranmaya devam edeceğine dair soru işaretlerinin geçerliliğini koruması. Henüz hikayenin bu kısmında değiliz. Ancak, sıkılaşma döngüsünün “daha düşük vites” ve “bekle-gör” kısmına yaklaştığımızı söylemek gerek. Bunun zamanlaması da çok uzak değil; kasım ya da aralıktaki FOMC toplantılarından herhangi birisi ya da her ikisi de.
Peki, Fed’in vitesi düşürme ihtimali tüm sorunlarımızı çözmeye yeterli mi? Bir kez daha “muhtemelen” –ama daha kuvvetli şekilde- değil. Zira Fed’in önceliği ABD ekonomisinin sağlığı. “Ekonomi” ve “sağlık” kelimelerini aynı cümlede kullandığımızda aklımıza ilk gelen koşul olan “büyüme” kadar öngörülebilirlik, fiyatlar genel düzeyinin kabul edilebilir rakamlara gerilemesi, sağlıklı çalışan istihdam piyasası ve varlık fiyatlarının dengeli seyri gibi kavramları da hatırlamak gerekiyor. Zaten ekonomi dediğimiz olgu da tüm bunların ve hatta daha fazlasının bileşimi, kendilerine yer bulması üzerinden şekilleniyor.
Fed’in yavaşlama ihtimali Avrupa’nın da yavaşlaması anlamına gelmiyor. Neden? Zaten sorunlu bir yapı olan yaşlı kıtadaki dinamikler her anlamda farklı da ondan. Son 10 yılı aşkın süredir enflasyon yaratmaya çalışan ve bunun için faiz setinden bilançosuna dek her türlü silahı çeken ECB’nin de, politika yapıcıların da, siyaset kesiminin de işi bir hayli zor. O nedenle Fed’in yavaşlama ihtimalini konuşurken ECB’nin faiz artırımlarına devam ettiği, daha yavaş büyüdüğü ve hatta resesyona katlanmak zorunda kaldığı ve bölge ile ticaret yapan bizim gibi ülkelerin tatsız bir sürece maruz kaldığı koşullar söz konusu olabilir.
Son olarak, yine bu köşenin son zamanlardaki en popüler tartışma konusu olan İngiltere’ye değinmeden bitirmek olmaz. “Gelişmekte olan ülke” gibi davranmaya özenen Birleşik Krallık siyasetinde Başbakan Truss ülke tarihinin 44 gün ile en kısa görevde kalan ismi görevden ayrıldı. Ardında ise İngiltere büyüklüğünde bir gelişmiş ülke para ve sermaye piyasalarında yarattığı muazzam volatilite, global piyasalarda ekstra risk primi artışı ve emeklilik sektörünün ne denli kırılgan olduğu gerçeği gibi detaylar bıraktı. “Gelişmekte olan ülke” gibi davranmayı seçen İngiltere’de siyaset kesimi “gelişmiş ülke” pozisyonunu hatırlayarak görev değişikliğine gitmeyi tercih etti. Tek başına bu örnek bile sorunların sadece Fed ile alakalı olmadığı ama Fed’in de önemsiz olmadığı gerçeğini hatırlatmak adına fazlasıyla değerli.