Sorun hep aynı olunca çözüm de aynı: Para

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Ortada böyle iç içe geçmiş kısa-dönem ekonomik, orta-uzun dönem ekonomik falan bazılarına göre aslında olmayan hatta bazılarına göre olacağı bile olmayan! krizler var ya, insan bekliyor bu fırsattan istifade yeni konular ve yeni çözümler masaya yatırılsın. Ülkemizin olmayan sorunlarını! Hiç olmazsa spor olsun diye hep beraber yeni tezler ve çözümler çerçevesinde tartışalım.

Bizde nerede? Yarın Mars yörüngesinden çıkıp dünyaya çarpacak deseler biz yine aynı şeyleri konuşacağız gibi geliyor bana. Mars olayından da haberdar olduğumuzu göstermek açısından yeni başlıklar atabiliriz. Söz gelimi ‘Mars’ın Dünya’ya Çarpma ihtimaline Karşı KOBİ kredileri ertelenecek’ veya ‘Mars Dünya’ya Çarpsa da Büyüme Oranımız Değişmeyecek’ ve elbette her zaman popüler başlıklardan ‘Mars’ın Dünya’ya çarpması bizi Yolumuzdan döndüremeyecek.’ Mars’ı yörüngesinden hangi münafığın çıkardığını araştırmaya başlayabiliriz ama, suçlu kim bildiğimiz için büyük olasılık onu da yapmayıp suçluları ifşa edebiliriz.

Şimdi zaten sinyal veren denilen ama bence sinyalden ötesini de veren bir sıkıntıdaydık, üstüne salgın hastalık geldi. İşletmelerin sıkıntılarından bahsediyorum. Zaten ekonomik gidişat işletmelerin başını ağrıtıyordu. Şimdi yazılanlara çizilenlere bakıyorum sorun için de çözümler için de aynı şeyler söyleniyor.

Şu son COVİD kriziyle beraber gelen ekonomik sancı öncesi sorunların listesi krizden sonra oluşacak sorun tahminleri listesiyle aynı. Tabii sorunlar aynı olunca çözüm önerileri de aynı. Yine “Falan sektör desteklenmeli” veya “Filan sektöre arka çıkılmalı” başlıklarıyla tavsiyeler uçuşuyor. Hem moral bozmamak için olanak ölçüsünde iyi haberler veriliyor hem de “Yandım Allah” feryatları satır aralarında gizleniyor.

Sıkıntı sadece para. İçeriden, dışarıdan, borç, harç para bulalım bu sıkıntıyı da atlatırız. Ben elli yılı aşkın meslek hayatımı bunu dinleyerek geçirdim. Sorunların hepsinin anası parasızlık olunca çözüm aşikâr: Para. Aptal değiliz ya bunu bilmeyecek ne var? Kimse “Kardeşim neden bu işletmeler zırt vırt parasız kalıyor? 1950 yılından bu yana denediğimiz ekonomik kalkınma modellerinin her birinde sorun neden dönüyor dolaşıyor hep parasızlık olarak ortaya çıkıyor?” diye sormuyor.

Kariyerim esnasında ‘işletmelerin sorunlarını' araştıran ve çare üretmeye çalışan danışman, ulusal ve uluslararası teknik yardım kurumları, özel ve resmi ulusal ve uluslararası bankalar, üniversiteler, kerameti kendinden menkul uzmanlar ve gurularla tanışmak ve tartışmak olanağını buldum. Bu kadar araştırma ve soruşturmayı yapanlar bunun için harcadıkları parayı ve emeği tarıma verselerdi dünyanın açlık sorunu biterdi.

Bu sorunlar ne biçim sorunlarmış ki onlarca senedir bunca akil adam araştırıyor ama hemen her araştırmanın aynı 'sorunlar' listesini vermesine karşın kimse “Yeter artık araştırmayın kardeşim anladık” demiyor. “Sorun finansman onu anladık ta neden sorun finansman?” diye deşmiyor. Bunca senedir aklı eren, ermeyen bu sorunları tanımlayıp çözememiş ki her sene bir başka araştırma aynı sorun listesini "işte bulduk" diye sunuyor! Bu listeler nasıl mı bulunuyor? Kolay. Yöneticilerin önüne lastik gibi bir sorunlar listesi konuluyor, "Bu listeden seçerek en önemliden önemsize doğru sırala bakalım sorunlarını" deniyor. Listede yok yok. Hepsi de mantıklı. Yöneticiler de sıralıyor.

Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun yöneticilere “Sorunlarınız nelerdir?” diye sorarsanız üç istek liste başına oturur: Bana finansman kolaylığı sağlayacak sistemler geliştir (tercihan sıfır faiz ve geri ödemesiz para ver), pazar bulmama yardım et (tercihan seçici ve pazarlıkçı olmayan müşteri bul), devlet bürokrasisini azalt (tercihan devletsiz, vergisiz, teftişsiz, yönetmeliksiz bir ülke yarat).

Bunları o yöneticileri kınamak için yazmıyorum. Haklılar. Bana sorsanız bunları ben de isterim. Ne demişler "İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki." İşte bu nedenle irili ufaklı, iddialı iddiasız, ucuz pahalı bir sürü araştırma işletmelerin sorunlarına ilişkin bulgularını özetlerlerken sermaye sıkıntısını birinci sıraya oturturlar her krizde de aynı çözüm ortaya atılır: Para.

Bir kenarda para biriktirmiş olan ülke hükümetleri ‘destek’ programları açıklarlar ve işletmelere ‘mali ferahlama’, ‘can suyu’, ‘taze kan’ falan gibi başlıklar altında işletmelere para gönderirler. Bir kenarda para biriktirememiş ülke hükümetleri parayı basarak, borç alarak, elde değer eder bir şey kalmışsa satarak borç, harç, haraç, mezat bularak ‘kaynak sağlarlar’ ve bu kaynaklar çeşitli ‘önlem paketi’ başlıklarıyla tanıtılarak parasızlık sorunu çözülür. Yazmaya, söylemeye gerek yok bu paralar eninde sonunda ülkelerin cebinden çıkacak olan ‘şimdilik’ çözümler.

Her sıkıntıda bizi bu sıkıntıya düşüren parasızlık en azından benim bu konuyla ilgilenmeye başladığım son elli senedir hep liste başı olduğuna göre ya bu sorun sorun değil ya da doğru çözüme aklımız ermediği için biz üretemiyoruz. Haşa huzurdan sırf ahmak olsak bu kadar bariz, senelerdir bildiğimiz bir sorunu neden çözemiyoruz biliyor musunuz? Sorun bu değil de ondan. Şimdi borç harç, enflasyon falan bu sıkıntıyı atlatalım ahir ömrüm elverir ise işletmelere finansman desteği sorununu! kısa bir süre sonra tekrar tartışacağız. Senelerdir bu böyledir ve kimsenin garibine de gitmiyor. Halbuki bizim gibi ülkelerde işletmelerin zırt vırt ‘mali krize’ düşmelerini değil de bunun nedenlerini sorun diye gösteren araştırmalar da var. Bakın benim Asya, Afrika ve Güney Amerika’da yaptırdığım bir araştırmada yaygın bir şekilde rastladığımız ‘parasızlık’ nedenleri arasında neler vardı:

- Üretilmek istenilen ürünü tasarımdan etkin ve etkili imalata taşıyamamak.

İşletmeci bir fuarda görmüş veya kendi çizmiş veya eski çalıştığı iş yerinden öğrenmiş veya komşusuna imrenmiş veya biri anlatmış ve işe öyle girişilmiş. Gelgelelim ürünün kenarı iyi yapışmıyor, katlanmıyor, kokuyor, çatlıyor falan filan. Hani "Herkes sakız çiğner ama kimse Ayşe gibi patlatamaz" derler ya öyle işte. Olmuyor, olmuyor, üretim dertleri bitmiyor.

- Dikkatle hazırlanmış bir strateji geliştirmeden küçük kapasiteyle büyük ihtiraslar peşinde koşmak.

Ürün üretilmiş. Alıcılar beğeniyor. Yönetici hevesleniyor. Örnekler gidiyor. Onlar da iyi. Ya istenilen miktarı üretecek kapasite olmadığı için aceleden üretim örneğe uymuyor ya da müşteriye teslimat için gelecek bahara beklemesi söyleniyor! Ham madde peşin paraya alınıyor, tahsilat taksitle. Ya kur vuruyor veya üretime, işçiye para kalmıyor. Firma ha babam sipariş ve borç alıyor ve battıkça batıyor.

- Özellikle dış alıcıların da birer iş insanı olduğunu, satışın alıcıyla ortaklık kurmak anlamına geldiğini ve bunun sonuçlarını anlayamamak.

Konuşuluyor, anlaşılıyor mal gönderme zamanı, söz gelimi bir başka alıcı daha iyi fiyat verdi diye ilk alıcıya mal yerine nasihat gönderiliyor. Büyük alıcıyla anlaştım diye düğün dernek yapılıyor. Büyük firma standart üretim ve verimlilik artışı diye bastırıyor. Kar marjları eridikçe eriyor. Firma sattıkça batıyor.

- Özellikle pazarlama konusunda ya ayağını yorganına göre uzatmamak ya da yorgansız yatmaya kalkışmak.

Ürünün müşterileri mimarlar, toplasan sayıları binlerle ifade edilir. Firma televizyona reklam veriyor. Dünyanın parasını harcıyor. Firma web sayfası hazırlıyor yani kendini 24 saat açık ve dünyaya mal satan biri diye tanıtıyor. Telefonlara lisan bilmeyen gece bekçisi cevap veriyor.

Bu sorunların hiçbiri finansman sorunu değil ama hepsi finansman sorunu yaratıyor. Sorunların temelinde kötü yönetim yatıyor. Kötü yönetimin faturası da herkese çıkıyor. Şu finansman krizi laflarını bırakıp finansman krizine yol açan girişimleri önlesek de birkaç yıl sonra borç batağına batacak olan işletmelerimizi finansman krizinden kurtaracak af, can suyu, önlem paketi falan gibi şeyleri yeniden tartışmasak.

19 MAYIS: Dün 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızdı. Kutlu olsun. Aradan geçen asır içinde dünya çok lider çok başarılı oluşum gördü ama toprağı vatan, üstündeki tanımlanmamış insanları millet olarak sıfırdan tanımlayıp vatanda tek egemen güç olan milletin egemenliğini cumhuriyet olarak tasarlayan Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratanların gösterdiği liderlik ve başarı gibisini görmedi¹. Dün elimize bir küçük bayrak alıp yürüyemedik ama evimizin camına bayrağımızı asıp 19 Mayıs’ı unutmadığımızı gösterdik.

BÜYÜKLERİMİZ: Şimdi televizyonlarda bakıyorum konuşmacılar “65 Yaş üstü” yerine “büyüklerimiz” diyerek nezaket göstermeye çalışıyorlar. Konuda yeteri kadar yazılıp çiziliyor onun için uzatmayayım. Büyüklerimize artık ayıp yapıyorsunuz. Büyüklerimizi aylarca evlerine kapatıp hafta sonları altı saat yürüyün kendinize gelir normalleşirsiniz laf değil. Bizim işimiz var, eşimiz dostumuz var ve de kapalı kalmaktan, hareketsizlikten oluşan sağlık sorunlarımız var. En önemlisi sadece yaşlıyız aptal değiliz. Büyüklerimiz çarşıya, pazara, alışveriş merkezlerine saldığınız ve televizyon ekranlarında “Bir bakıp çıkacağız” diye sırıtan bazı küçüklerimizden daha aklı selim sahibidir. Bu meseleyi artık çözün. “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülmüştür” derler ya artık ‘büyüklerimizi’ koruyacağız niyetiyle yola döşenen bu taşlar hukuk sınırlarını zorlamak bir yana insaf sınırlarını da zorlar hale geldi.

Sağlıcakla kalın.

Dipnot: 

¹ Dr. Osman Ata Ataç, “Karmaşa ve Bir Düzen: Türkiye Cumhuriyeti”, İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.

Tüm yazılarını göster