Sonunda “30 Ağustos’ta kurşun bile sıkmadık ki” dediler ya!

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Zihnin derinliklerinde yer etmiş düşünceler vardır. İçinde bulunduğu günler ya da oturduğu makam dolayısıyla bu düşünceyi açığı vuramaz insan. Sonra artık makamın getirdiği sorumluluktan kurtulur; yaşı da epeyce ilerlemiştir, çözülür...

Hem de ne çözülme... Hem de ne zamanlama...

Tutar 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100’üncü yıldönümünden hemen önce, doğrudan değilse de ima yoluyla 30 Ağustos’un kurşun bile sıkmadan sona erdiğini söyleyecek duruma gelir. Görünürde bir tek kişidir bunu söyleyen, umursanmaz aslında; ama bu sözler bir görüşün, bir yaklaşımın özetiyse, ki öyledir; o zaman önemlidir.

Bu toprakları Türkiye Cumhuriyeti yapabilmek için ter dökenler, can verenler sayesinde bu cumhuriyetin en önemli makamına oturma şerefini elde et, sonra da bu ülkenin kurşun sıkmadan neredeyse kendi kendine oluştuğunu söyle!

Şehirlerin kurtuluşu kutlanır mıymış!

Kölelikten kurtulunan tarihe niye bayram diyecekmişiz!

İstanbul'un kurtuluşu, İzmir'in kurtuluşu; bunlar da nereden çıkmışmış! Zaten müstevliler (istilacılar) alacaklarının birkaç kat mislini almış ve çekip gitmişler, kurşun bile sıkmamışız!

Hani SPK’da olan biten dökülmeye başladı ya, birileri de beyninde uzun süredir hapsetmeye çalıştığı düşünceleri ortaya sermekten geri duramıyor. Artık yaş dolayısıyla mıdır, yoksa “Güç bizde” yaklaşımından mıdır, bilinmez.

Sanki bu konuşmanın sonunda söylenmek istenen bir şey daha var da, henüz o ifade edilemiyor gibi. Bu hızla(!) giderlerse gün gelir onu da söyleyebilirler:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun nesini kutlayacağız, sanki bir fetih mi gerçekleştirdik ki!”

Kurşun sıkılmayan savaş, öyle mi?

Türk ordusu 26 Ağustos’tan 9 Eylül’deki İzmir’in kurtuluşuna, evet beğenmeseniz de kutlanacak olan o kurtuluşuna kadar 2318 şehit verdi. Bu dönemde 9360 asker yaralandı, 101 asker esir düştü. Kayıp sayısı da 1697 oldu. Büyük taarruzda Türk ordusunun zayiat oranı yüzde 6.3 olarak hesaplanıyor. Çeşitli kaynaklara göre Yunan ordusunun zayiat oranı ise tam yüzde 65.

Acaba Yunan ordusu bu zayiatı Türk ordusu kurşun bile sıkmadığı halde(!) ne oldu da verdi?

Binlerce Türk askeri ortada bir savaş ve çatışma yoksa nasıl şehit düştü?

Tabii ki o dönem zayiat yalnızca cephede verilmedi. Katledilen kadınlar, bebeler!

Atalarımız boş yere “Dilin kemiği yok” dememişler...

ASIRLIK ÖVÜNÇ, BÜYÜK TAARRUZ...

Sakarya Meydan Muharebesinden sonra kamuoyunda ve TBMM’de taarruz için sabırsızlık baş gösterir. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 6 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisinin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk duyanlara “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür” diyerek bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi bertaraf etmeye çalışırken diğer taraftan da orduyu son zafer sağlayacak bir taarruz için hazırlamaktadır.

Düğmeye basma, Anadolu’yu temizleme zamanı gelmiştir artık.

26 Ağustos’tan 18 Eylül’e...

O temizlik tamamlanmıştır.

Yokluk içinde; ama büyük kararlılıkla, azimle...

Birleri hala hazmedemese de bu topraklarda daha çok 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanacaktır; daha çok 9 Eylül İzmir’in kurtuluşu kutlanacaktır. Ve tabii ki 19 Mayıslar, 23 Nisanlar, 29 Ekimler...

SAVAŞI KAZANMAK YETMEZ, YA EKONOMİ?

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını biraz başka gözle değerlendirmek gerek. Bir ülke düşünün; bir siyasi otoriteye, bir yönetim kadrosuna sahip olsun. Bu ülke bir savaşa girsin ve ordusunun başında da Mustafa Kemal gibi bir komutan bulunsun. Çok başarılı bir komutan ve ülkesini savaştan galip çıkarsın, siyasi otoriteye alan açsın. Bu bile, tek başına savaş kazanmak bile çok çok önemli.

İyi de Mustafa Kemal onca savaşa girdiğinde ne arkasında siyasi bir otorite var, ne düzenli bir ordu var; tam tersine kendisine köstek olmaya çalışan kesimler var.

Böyle bir ortamda dünyanın sayılı devletleriyle savaş, bu savaştan galip çık ve topraklarını kurtar, sonra da o topraklar üstünde bir devlet kur, yetmedi o devleti kalkındırmak için inanılmaz bir çaba göster, onda da başarılı ol.

Dünyada bütün bunları gerçekleştirebilmiş bir tek lider var mı?

Ekonomide neler yaptı, neler...

Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu ama yoksulluk diz boyuydu, sıra ekonomik kalkınmışlığa gelmişti. Mustafa Kemal Atatürk yalnızca savaş kazanan bir asker değildi; her anlamda bir devrimciydi. Aramızdan ayrılana kadar bu ülkeye neler neler kattı... Gelin onları 19 Ağustos’ta aramızdan ayrılışının dördüncü yılında andığımız değerli üstadımız Tevfik Güngör Uras’ın 29 Ekim 2012 tarihinde Dünya’daki köşesinde yer alan yazısından özetleyerek aktaralım:

Mustafa Kemal’in Cumhuriyet döneminde başlatılan sanayi devriminde ülkenin değişik yerlerinde faaliyete geçen fabrikaların çoğu özelleştirildikten sonra kapatıldı. Makineler satıldı. Binaları yıkıldı... Ama ortada bir gerçek var. Mustafa Kemal bu ülkenin, bu halkın kötü kaderini değiştirdi. Sadece Cumhuriyet yönetimi  ile parlamenter sistemi yerleştirmedi, Cumhuriyet döneminde uyguladığı ekonomi politikaları bu ülkede sanayileşmenin ve tarımdaki gelişmenin temelini oluşturdu. Milli Mücadele’yi izleyen yıllarda, bu ülkede sermayenin olmadığı, tecrübenin bulunmadığı günlerde devlet, “çaresizliğe teslimi olmadan çözüm üretti”. Açık anlatımıyla, “Mustafa Kemal’in devletçiliği niyetin değil, zaruretin neticesidir.”

Cumhuriyet döneminde;

  • Devletin oluşturacağı sanayi tesislerinin denetimi ve mal yapılarını düzenlemek amacıyla Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası, yer altı kaynaklarını ve doğal kaynakları işlemek ve elektrik enerjisi üretmek için de Etibank kuruldu.
  • 1934 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanmasına başlandı.
  • 1936 yılında Kırıkkale’de barut, tüfek ve top (MKEK) tesisi işletmeye açıldı.
  • Cumhuriyetin ilk iktisadi devlet teşekkülü olan Sümerbank’a sanayiyi planlama ve yatırımlara öncülük yapma görevi verildi.
  • Uşak Şeker Fabrikası’nın işletmesi İş Bankası’na devroldu, ardından da Türkiye İş Bankası ve Ziraat Bankası’nın ortaklığıyla Eskişehir ve Turhal şeker fabrikaları inşa edildi.
  • 1930 yılında Nuri Kıllıgil silah üretmeye başladı, 1935 yılında Nuri Demirağ uçak fabrikası işine girişti, Şakir Zümre de tabanca üretti. Bunlar özel sektörün öncü üretim tesisleri oldu.
  • 1936’da Ankara’da toplanan Endüstri Kongresi’nde İkinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı kabul edildi (İkinci Dünya Savaşı nedeniyle bu plan uygulanamadı.)
  • 1925-1938 yılları arasında 3011 km demiryolu yapıldı. 

Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı döneminde devletin kıt imkanlarıyla çok sayıda sanayi tesisi kuruldu. Bunların başlıcaları, Gemlik Suni İpek Fabrikası, Isparta Gülyağı Fabrikası, İzmit Kibrit Asidi Fabrikası, Zonguldak Seramik Fabrikası, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası, çimento fabrikaları, Karabük Demir Çelik Kombinası, İzmit Kağıt ve Selüloz Tesisleri, Keçiborlu Kükürt Tesisleri, Bakırköy Pamuklu Dokuma Fabrikası, Kayseri Pamuklu Dokuma Fabrikası, Nazilli Pamuklu Dokuma Fabrikası, Malatya İplik ve Dokuma Fabrikası, Iğdır İplik Fabrikası, Bursa Merinos Kamgarn Mensucat Fabrikası, Kastamonu Kendir Sanayi Fabrikası’dır.

Bunlar devletin kıt imkânlarıyla kurulan sanayi tesisleridir. Tarım alanında da devlet üretimi artırmak, tarımı yapılandırmak için devlet üretime çiftlikleri kurdu. Devlet üretme çiftlikleri örnek tarım işletmeleri olmaları yanında tohum ve damızlık üretimini de başlattı. Bu tesisler sadece üretim gerçekleştirmiyor, bulundukları yörede sosyal gelişmeyi de sağlıyordu. Bugün özel sektördeki gelişmenin arkasında bu sanayi tesislerinin ve tarım işletmelerinin oluşturduğu altyapı vardır.

 

Tüm yazılarını göster