Sadece Türkiye’de değil dünya genelinde de solun hiçbir türü, üstelik kriz üzerine kriz çıktığı halde, güçlenemiyor. İlk neden açık: 100 sene önce pratikte oluşan tek parti/merkezi plan/kamu mülkiyeti üçlüsünün en uygun bileşkesi bulunamamıştır –belki de mevcut değildir- ve bu karışımın toksik bir kokteyl olduğu bütün dünya tarafından yaşanarak görülmüştür. Ancak SSCB başarısız oldu, Çin kaçınılmaz olarak başka yola girdi diye solun hiçbir türünün canlanamaması gerekmiyordu. Solun –yeşillerden çeşitli bileşik hareketlere sosyal demokrasiden liberal sola kadar- hiçbir türünün kalıcı bir yeni dalga yaratamaması ideolojik ve siyasal, hatta ekonomi politik programlar açısından tam bir ara döneme işaret ediyor. On yıllardan beri süren ve çok uzun sürebilecek bir ara dönem söz konusu.
Neden böyle? Dünya-tarihsel bakmaya çalışırsak üç yol yordam ve hatta onlarla önemli ölçüde örtüşen üç yöntemden bahsedilebilir. “Bu bir pipo değildir” (René Magritte) dediğiniz zaman ne olur? Birinci yol Preobrazhensky-Stalin modelinden başlar, Çin’in neden 1979’a kadar gayet başarısız biçimde Üçüncü Dünya ülkesi performansı çıkardığını inceler, sanayi devrimlerine ve köylülükten çıkış stratejilerine bakar vs. “Modern dönemin klasikleri” önce modellemeyi ve sonrasında ampirik çalışmalara dayalı “analitik anlatıyı” tercih ederler. Bu ilk geleneğe iktisadi tarih diyebiliriz. Mantıksal sonucu şudur: 21. yüzyıl için planlama nasıl olabilir? İkinci yol, mesela, modern zamanlarda Agamben daha önce Schmitt ondan önce Hobbes daha da önce Dante diye gidebilen biz izlektir. İnsanın (veya ‘aydınlanmış’ ve dayanışmacı insanın, dolayısıyla sosyalizmin) özünü Rönesans triviumunda (gramer-mantık-retorik) arar. Zaman zaman quadrivium (geometri-aritmetik-astronomi-müzik) açılımı denenmiştir ancak siyasetin ve siyasal-sosyal kurguların matematiksel-bilimsel tasarımı son 50 yıla kadar pek de başarılı olmamıştır: Machiavelli, Hobbes buraya girer. Bu patikaya siyasal hayat ve kurumlar/siyasal tarih/siyaset felsefesi –hatta siyasal teoloji- adını verebiliriz. Çok zengindir fakat kesin sonuçlar vermez. Yine de sezgileri geliştirir ve insana dair kavrayışı besler.
Demek ki ilk iki izlek iktisadi tarih ve siyaset felsefesi oluyor. Üçüncü yol daha da tam olarak net bir yöntemle birleşir. Bu yöntem matematikseldir. Ricardo, Marx, Dmitriev, Luxemburg, Potron, von Charasoff, Moszkowska vb. diye gider ve Okishio-Shibata-Morishima’ya bağlanır. Buradan başlayan ama çok daha kapsamlı hale gelmiş ve tematiği değişmiş bir düşünce alanı mevcut. Matematiksel ekonomi politik diyebiliriz. Özetle genel denge kuramı ve oyun teorisinden –evrimci oyunlar ve deneysel iktisat dâhil- yararlanan bir alan söz konusu.
Üçü birleşemez. Ama üçü kabaca bir yöne işaret edebilir. Kapitalizmin sadece girişimci ve iletişimci yanlarını tutup nahoş özelliklerini törpülemenin mümkün olması için dahi bir miktar kooperatif mülkiyet –zorunlu olarak devlet mülkiyeti anlamına gelmez + siyasi ve ekonomik rekabet ve tam özgürlük/yaratıcılık elzemdir. Ayrıca bir yön tayini –sanayi politikaları ve sosyal politikalar- olmazsa olmaz gibi görünüyor. Bu tür bir programın popüler olabilmesi paradoksal olarak insanların net biçimde ekonomik oy verme –işe fazla ideoloji karıştırmama- davranışını içselleştirmelerine bağlı olabilir. Bu program ne tam yeniden dağıtımcı ne piyasayı lüzumsuz derecede kısıtlayıcı ne de özgürlükten feragat edici olmalıdır. Daha ötesi, ‘geniş ekonomilerde’, kalabalık ve heterojen toplumlarda kooperatif bir oyun çözümünü benimsemek ise belki çok uzak geleceğin, 22-23. yüzyılların meselesi olabilir. Şimdilik insanlar minimal ekonomik çıkarlarını kavrasalar, bilinen anlamda rasyonel davransalar o bile yeter.