Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kamu-özel sektör işbirliği ile yapılan büyük projeler konusunda muhalefete yönelik yaptığı “Şirketler tahkime gider, söke söke alırlar” çıkışını konuşuyor.
Ancak bu konu sadece Türkiye’nin tartışması değil. Macaristan’da da çok benzer bir süreç yaşanıyor.
Başbakan Viktor Orban’ın son dönemde artan insan hakları ve demokrasi dışı hamleleri, otokrasiye yönelen uygulamaları, Macaristan’da da muhalefet tarafından eleştiriliyor.
Tıpkı Türkiye gibi, Macaristan’da da iktidara karşı bir “muhalefet bloğu/ittifakı” oluşuyor. Başkent Budapeşte’nin siyasi kulislerinde en büyük tartışma konusu da- yine Türkiye’deki gibi- Başbakan Orban’ın eleştirileri hiçe sayarak Çin’le girdiği büyük proje inşaatları.
Macaristan’da muhalefet, Orban’ın Çin’den borç alarak Başkent Budapeşte’te kurmayı planladığı, maliyetli Fudan Üniversitesi kampüsü projesine karşı çıkıyor. Muhalefetin karşı çıktığı bir başka maliyetli proje ise, Orban’ın kurmak istediği Belgrad demiryolu projesi. Bu projede de ortak Çin olarak belirlenmiş. Demiryolu, eğer kurulursa, yük taşımacılığı için kullanılacak. Çin’in dev “Kuşak ve Yol” projesinin bir parçası olarak kullanılacak.
Macaristan’da 2022 ilkbaharında yapılacak seçimler öncesinde muhalefet partileri, tek ses olarak bu iki büyük projeye karşı çıkıyorlar. Üstelik bu konudaki en büyük siyasi desteği de, başta Başkent Budapeşte belediyesinden olmak üzere, muhalefetin elindeki belediyelerden alıyorlar; tıpkı CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, Erdoğan’ın “çılgın projesi” Kanal İstanbul’a tüm gücüyle karşı çıkması gibi.
KÜRESEL TREND; BİRLEŞİK MUHALEFET
Macaristan’daki bu birleşik muhalefet sistemi, aslında son dönemde dünyada da yükselen bir eğilimin somut örneği; Geçtiğimiz 10 yıla küresel anlamda otokrat liderlerin yükselişleri damga vurmuştu. Yeni trend ise, bu tip liderlere karşı muhalefetin –çok farklı ideolojik cephelerden de gelseler- birlikte hareket etmesi.
İsrail’de de benzer bir “birleşik muhalefet” sistemi başarılı oldu ve otokrat eğilimli Netanyahu iktidarı, birbirine hiç benzemeyen 8 İsrail partisinin kurdukları koalisyon hükümetiyle sonlandırıldı. Üstelik İsrail’deki koalisyon hükümetindeki partiler arasında sadece “ideolojik” farklılıklar yok, “etnik farklılık” bile var; Araplar da ilk kez İsrail’de koalisyona dahil olarak, iktidarın bir parçası olmuş durumda.
Bu açıdan bakınca, şimdilerde kanal İstanbul’u “inadına yapacağını” açıkça ilan eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı da, siyaset içinde benzer bir muhalefet ittifakının yükselmesi tesadüf olmadığını söylemek mümkün.
TAHKİM KONUSU…
Bir de, toplumsal muhalefete rağmen iktidarlar tarafından “inadına” altına imza atılan büyük altyapı projelerinin, iktidarın değişmesi halinde akıbetinin ne olacağı konusu var tabi;
Muhalefetin “iktidara geldiğimizde hak edişleri/söz verilen paraları ödemeyeceğiz” çıkışlarına karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “söke söke” ifadesini kullanarak işaret ettiği uluslararası tahkim işte tam da burada devreye giriyor.
Ancak uluslararası tahkimin işlemesi için sadece iktidarların altına imza attıkları anlaşma hükümleri yeterli değil; İlgili şirketlerin açtıkları davaları kazanabilmeleri için bazı ek şartlar da var;
Mesela söz konusu projelerin herhangi bir şekilde “yolsuzlukla” bağlantısı bulunmaması, kamuoyu çıkarının aksine haksız zenginleşmeye imkan vermemesi, imzacı olan iktidarın “yetkisini kamuoyunun zararına kullandığına” ilişkin kanıtlar, emareler olmaması gerekiyor.
Türkiye’nin de tarafı olduğu Yolsuzlukla Mücadele Uluslararası Sözleşmesi mesela, yine Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi şemsiyesi altında kurulmuş GRECO mesela, hep bu konuları güvence altına alan uluslararası antlaşmalar.
Yolsuzlukla Mücadele BM Sözleşmesi’nin 5.maddesi çok açık;
“Her Taraf Devlet, yolsuzluğa karşı, iç hukukunun temel ilkelerine uygun olarak, toplumsal katılımı geliştirecek ve hukukun üstünlüğü, kamu ve kamu mallarının doğru yönetimi, bütünlük, saydamlık ve hesap verme sorumluluğu ilkelerini yansıtacak etkin ve eşgüdümlü politikaları geliştirip uygulayacaktır.”
Madde kapsamında, “Toplumsal katılım” da var, “hukukun üstünlüğü” de, “kamu mallarının doğru yönetimi” de.
ABD’de görülmekte olan Halkbank davasını da, yine ABD’nin açtığı ve yakında yargılamanın da başlayacağı Sezgin Baran Korkmaz davasını bu açıdan ele almak gerekiyor.