Madrid’deki NATO zirvesinin amacı, ikinci Dünya Savaşı sonrası düzene göre kurulmuş olan askeri ittifakı yeni döneme hazırlamaktı, bu yapıldı.
NATO’nun yeni stratejik yapılanmasına ilişkin bildiride iklim krizinden, küresel teröre varan yeni tehditler kadar, bunlarla başa çıkmak için NATO’nun alabileceği önlemler de sıralanıyor.
Ancak bu önlemlerin “soğuk savaş dönemini” hatırlattığını da söylemek mümkün.
Şöyle ki;
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Rusya “tehdit” olmaktan çıkmış, hatta işi NATO ile “stratejik ortak” sıfatıyla istişarelere kadar vardırmıştı. Sovyet sisteminin Avrupa kıtasında yer alan pek çok ülkesi de bizzat NATO’ya üye olmuştu. Ancak dünya, ABD’nin liderliğinde “tek kutuplu küresel sistemi” çok uzun yaşamadı. Çin’in yükselişi ve Rus Lider Putin’in ülkesini yeniden “imparatorluğa dönüştürme” hayalleri NATO’nun da yıllardır Avrupa’dan çekmekte olduğu askeri gücü geri döndürmesinin önünü açtı.
Madrid’deki NATO zirvesinde en dikkat çekici unsur bu;
Ukrayna savaşı ile Avrupa’daki barış ve istikrar dönemi son buldu. Artık tehdit ve çatışma, doğrudan Avrupa’nın içinde, Avrupa’yı tehdit ediyor.
Bu çerçevede gerçekleşen yeni askeri yapılanmaya göre de, NATO’nun herhangi bir güvenlik tehdidine karşı hazır tuttuğu acil mücadele gücündeki asker sayısı arttırılıyor. Bu sayı şu anda 40 bin. Madrid zirvesiyle birlikte NATO’nun acil müdahale gücü “10 gün içinde göreve başlayacak 100 bin asker” olarak belirlendi. NATO ayrıca 10 ila 30 gün içinde müdahale gücüne ek 200 bin asker, en geç 180 güne kadar ise ek 500 bin askeri hazır edecek şekilde bir askeri yapılanmaya gidiyor. Tıpkı soğuk savaş dönemindeki gibi.
Madrid’den çıkan bir başka “soğuk savaş dönemi” uygulaması ise, uzun zamandır terkedilmiş olan Doğu Avrupa ülkelerinde askeri ve lojistik malzeme depolaması olacak. Bu çerçevede NATO 5. Kolordu karargâhı Polonya’da bulunacak. Romanya’ya 5 bin kişilik bir harekât gücü konuşlandırılacak.
YUNANİSTAN’IN ÖNEMİ ARTIYOR
Yeni konsept çerçevesinde ABD’nin Avrupa’da konuşlandıracağı askeri güç ve gereç sayısı da artıyor. ABD’nin Yunanistan’ın Dedeağaç limanı üzerinden Balkanlar’a, oradan da Doğu Avrupa’ya yaptığı yoğun asker ve silah sevkiyatını bu açıdan okumak gerekiyor. Yeni soğuk savaş döneminde Yunanistan’ın bu sevkiyat imkânı nedeniyle hem ABD, hem de tüm NATO nezdindeki önemi artmakta. Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’in Amerikan Kongresi’nde konuşturulması, Beyaz Saray’da ağırlanması boşuna değil elbette.
Ayrıca İspanya’daki ABD savaş gemilerinin sayısı 4’ten 6’ya çıkarılıyor, F-35 savaş uçaklarından oluşan iki uçak filosu İngiltere’ye yerleştiriliyor. Almanya ve İtalya’ya yönelik NATO hava savunma şemsiyesi de güçlendiriliyor.
Hemen hemen tüm NATO ülkelerinin savunmaları güçlendirilirken, Türkiye ise AK Parti hükümetinin ortaya attığı “veto macerası” ile uğraştı durdu bu süreç boyunca.
Oysa NATO içinde hava savunma sistemi konusunda en çok desteğe ihtiyaç duyan ülkelerden biri Türkiye; Rusya’dan alınan- ve kullanılamayan- S-400’ler nedeniyle hava savunma sistemindeki füzelerle korunmaya ilişkin açık sürüyor. Bunun üzerine bir de Türkiye’nin F-35 projesinden atılması gelince, elde sadece giderek eskiyen F-16 savaş uçakları kaldı.
Biden yönetiminin Türkiye’nin yeni F-16 savaş uçağı alımı ve eskilerin de modernizasyonu talebine sıcak yaklaşmasının nedeni bu;
Türkiye’nin hava savunması çökerse, üyesi olduğu NATO’nun güneydoğu kanadındaki hava savunması da zaafiyete uğrar. Washington konuya böyle yaklaşıyor.
İSVEÇ VE FİNLANİYA İLE MEMORANDUM MESELESİ
AK Parti hükümetinin “başarı” olarak lanse ettiği İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine yeşil ışık karşılığında imzalanan memorandum konusuna gelince;
Zaten çokça yazıldı çizildi;
İsveç ve Finlandiya bu memorandumla ne FETÖ’yü, ne de Suriye’deki PYD-YPG’yi “terör örgütü” olarak tanımıyor. Nitekim hem İsveç, hem de Finlandiya’dan yapılan resmi açıklamalarda da, -Türkiye’deki hükümet yanlısı kalemlerin iddialarının aksine- durumun böyle olduğu açık seçik ifade edildi.
Ancak İsveç ve Finlandiya ile olan memorandumu gerçek bir terörle mücadele belgesi haline getirmek için hala geç değil. Çünkü Türkiye’nin Madrid zirvesinde bu iki ülkenin üyeliği için yaktığı yeşil ışık sadece sürecin başlangıcına ilişkin.
Türkiye’nin NATO nezdindeki daimi temsilcisi olarak görev yapmış emekli Büyükelçi Fatih Ceylan’a göre, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik süreci boyunca Türkiye’nin yeniden terörle mücadeleye ilişkin taleplerini hatırlatabileceği başka “kaldıraçlar” da var. Büyükelçi Ceylan özellikle iki ülkenin üyelik katılım belgelerinin de NATO üyelerinin onayına ihtiyaç duyacağını belirterek, “üçlü memorandumu bu katılım belgelerine resmen sokmanın gerekli olduğunu” vurguladı. Böylece İsveç ve Finlandiya NATO’ya tam üye olduktan sonra bile o üçlü memorandumda yer alan terörle mücadele taahhütleri yürürlükte kalmaya devam edebilir. Yine NATO üyesi ülkelerin milli parlamentolarının genişleme kararını onaylamaları süreci de Helsinki ve Stockholm’ü sıkıştırmak için kullanılabilir.
Tabi tüm bunları yapabilmek için hem yoğun bir diplomatik, hem de siyasi çaba şart.
Ancak şu an için çok da geçerliliği olmayan üçlü memorandumu “zafer” gibi lanse eden AK Parti hükümeti siyasi olarak işin peşine düşer mi?
İşte asıl mesele burada…