Soğanın cücüğü! (*)

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Piyango biletine büyük ikramiye çıktığı takdirde zenginler gibi soğanın cücüğünü yeme hayali kuran garibanla ilgili fıkradaki gibi bir durum var. Yaşam koşulları öylesine zorlaştı ki, o fıkra adeta gerçeğe dönüştü. Hem zaten toplum yıllardır adeta soğanın cücüğüne hasretmiş gibi yaşıyor.          

İnsanın doğasında vardır; daha çok bildiğini ister, onun eksikliğini hisseder. Örneğin hayatında hiç havyar yememiş biri bunun özlemini duyar mı...            

Ama siz tutar insanların beynine bir şekilde var olduğunu bildiklerini ya da etrafta başkalarının sahip olduğunu gördüklerini “özlememe” dürtüsünü kazırsanız, işte o zaman özellikle siyaseten çok başarılı olursunuz. Bu başarıyı desteklemek için de insanlara aslında hiç işlerine yaramayacak şeyler sunup onlarla avunmalarını sağladınız mı, tamam! Örnek mi, otomobil yapmak gibi, örnek mi uzaya astronot göndermek gibi... O zaman soğanın cücüğü unutulur, bulunabilirse dış kabuklarla da yetinilir.          

Galiba yıllar önce okumuş ya da bir filmde izlemiştim; çok etkileyici bir sahneydi. Büyükçe sayılabilecek bir mekan ve orada yaşayanlar... Bulundukları mekanın içinde ise görece küçük ve etrafı kapalı başka bir mekan. O küçük mekanın penceresini açıp içeri bakarak orada bulunanlara acıyorlar. Sonra içlerinde birinin aklına kendi bulundukları mekanın penceresini açmak geliyor. O da ne; dışarıda çok daha büyük bir mekan! Belki onun dışında daha da büyüğü. Adeta matruşka gibi...

O ikinci mekana sıkışıp kaldık

TÜİK dün 2023’ün yoksulluk ve yaşam koşulları istatistiklerini açıklayınca o matruşka misali iç içe konumlandırılmış mekanlar geldi aklıma.          

En küçükten bir büyük mekandayız sanki. En küçüğe sıkışmış olanlara bakıp avunuyoruz da, daha geniş alanlarda ve daha refah içinde yaşayanları görmüyoruz. Görmemiz istenmiyor ki zaten.          

Bakın TÜİK’in yaşam koşulları araştırması ne gibi sonuçlara işaret ediyor:

■ Hanelerin yüzde 58.8’i (2022’de yüzde 59.6’sı) evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını karşılama olanağına sahip değil. Düşünün, her beş haneden üçünün gücü bir haftalık tatile yetmiyor.

■ Hanelerin yüzde 39.2’sinin (2022’de 41.5’inin) iki günde bir et, tavuk ya da balık yiyecek parası yok. Beş haneden ikisi... Aslında bu soru iki günde bir yerine haftada bir diye sorulsa bile çok farklı bir sonuç çıkar mı, emin değilim.         

■ Yüzde 31.8’lik (2022’de 31.1’lik) bir kesim beklenmedik bir harcama çıktığında bunu karşılama olanağından yoksun. Üç haneden biri sürekli olarak adeta ekstra bir harcama çıkarsa kaygısı yaşıyor.

■ Hanelerin yüzde 19.5’i (2022’de 20.4’ü) evinin ısınma ihtiyacını karşılayamıyor. Yani beş haneden biri ısınamıyor.

■ Konutun izolasyon sorunundan dolayı gerektiği gibi ısınamayanların oranı ise daha yüksek, yüzde 32.6. (2022’de yüzde 33.6.)

■ Hanelerin yüzde 64.2’si (2022’de 65.4’ü) eskimiş mobilyalarını yenileyecek durumda değil. Bir başka ifadeyle her üç hanenin ikisi artık içine sinmeyen eski mobilyaları kullanıyor.

■ Hanelerin yüzde 32’si (2022’de 33.6’sı) sızdıran çatı, nemli duvar, çürümüş pencere çerçevesi gibi sorunlar yaşıyor. Üçte biri!      

Büyük büyük laflara gerek yok!      

Durum bu işte! Öyle büyük büyük laflara, anlaşılmaz teknik değerlendirmelere gerek yok.        

Vatandaş böyle yaşıyor. Hani o ikinci ve büyük sanılan mekan vardı ya, orada yaşıyor. Daha küçük yerde olanlara bakıp “Aman halime şükür” diyor, hem zaten böyle demesi için sürekli telkin bombardımanına tutuluyor ve dışarıyı göreceği pencereden de uzak durması tembihleniyor.         

Olur ya dışarıdaki hayatın daha güzel olduğunu görüp imrenir ve “Ben niye iyi ısınamıyorum, ben niye çatısı akan evde oturuyorum, ben tatil bir yana niye memleketime bile istediğim zaman gidemiyorum, ben niye eskimiş mobilyalarımı atıp yenilerini alamıyorum” diye sorarsa?        

Bir hakkı teslim etmek gerek; toplumun büyük bir kesiminin bu soruları sormamasını sağlamada gayet başarılı olunuyor.

Yıllardır böyle...

Bu yoksulluk, bu ikinci mekana sıkıp kalmışlık yeni değil. Bu istatistikler 2006 yılından beri açıklanıyor ve bunca zamanda kayda değer bir değişiklik olmadı.           

Ama yaşam koşullarındaki bu olumsuzlukların giderilememiş olması da aslında bir geri gidiş demek. Tamam, son yıllarda çok büyük bir bozulma yok ama önemli olan yerinde saymak değil ki, ilerleyebilmek; bu olumsuzlukları yavaş yavaş hafifletebilmek.          

Oysa biz o ikinci mekanı benimsemişiz, çoğumuz pencereden dışarı bakmaya ve oradaki yaşamı görmeye bile hazır değiliz, buna cesaretimiz de yok. Bakarsak ve canımız isterse diye korkuyoruz belki de.        

Olur ya tesadüfen bir gün havyarın tadına bakar ve çok sever de her zaman yemek istersek!       

Dedim ya telkin bombardımanı da hiç eksik değil; “Sıkın dişinizi, gelecek daha iyi olacak” lafl arı...       

Peki insan “Bunca yıl dediğinizi yaptık, sıktık dişimizi ama geri dönüp baktığımızda bugün dünden daha iyi olmadı, niye gelecek için söylediklerinize inanalım” diye hiç düşünmez mi?      

Düşünene en küçük mekan işaret edilir hemen:       

“Bak orada yaşamak da var. Fazla şikayetçi olma, sabret, çalışıyoruz!”

(*) Bu yazı, 2022 yılı yaşam koşulları istatistiklerinin açıklanmasından sonra Ekonomi’de 9 Mayıs 2023’te yer alan yazının verileri güncellenmiş tekrarıdır.

Tüm yazılarını göster