Soçi’den sonra; Roma’dan önce…

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın New York’a kalabalık bir heyetle yaptığı “çıkartmanın”, Türk-Amerikan ilişkilerinde istenen sonucu vermediğini, dönüşte yine bizzat Erdoğan’ın açıklamalarından öğrenmiştik.

ABD seyahatinden hemen sonra Erdoğan’ın gittiği Rusya’da, Rus Lider Vladimir Putin’le toplantısında umulanın bulunup bulunmadığı ise görüşme sonrası basın toplantısı yapılmadığından -sadece Erdoğan’ın yanında götürdüğü gazetecilere yaptığı açıklamalarla yetinildiği için- karanlıkta kaldı.

Ancak diplomasi, semboller kullanılarak yürütülen bir süreç olduğundan, Erdoğan-Putin görüşmesinden çıkan sembolik ipuçlarını değerlendirmek mümkün;

Görüşme sonrasında Putin ve Erdoğan’ın ortak bir basın toplantısı yapmamaları bile, “açıklanacak kayda değer bir mutabakata” varılmadığının göstergesi olarak okunabilir.

Putin-Erdoğan görüşmesinin süresi de ayrıca kritik; iki liderin daha önce yaptıkları görüşmelerin en az 6 saat sürdüğü göz önüne alındığında, Soçi buluşmasının -üstelik konuşulacak İdlib’den Libya’ya, Karabağ’dan S-400’lere, savunma iş birliğinden doğal gaz anlaşmalarının yenilenmesine kadar pek çok önemli konu varken-  sadece 2 saat 45 dakika sürmesi ilginç. Bu süreye çeviri süresinin de dahil edilmesi, iki lider arasındaki asıl görüşmenin yaklaşık bir saatle sınırlı olduğunu gösteriyor.

Görüşmeye ilişkin bir başka önemli unsur ise, Putin ile Erdoğan bir araya gelmeden hemen önce Kremlin sözcüsü Peskov’un yaptığı açıklamalar. Peskov, Kırım konusunun “Erdoğan ile görüşülmeyeceğini” söyleyerek, “milli dava konuları yabancı liderlerle tartışılmaz” mesajı verdi. Ancak Ukrayna’ya satılan Türk SİHA’larının, “Bizzat Ukrayna devleti tarafından Ukrayna vatandaşlarına karşı kullanılma ihtimaline” vurgu yapilması ilginçti. Kremlin sözcüsü bu ifadeyle Suriye’ye de atıf yapmış oldu; nitekim AK Parti hükümetinin Suriye’ye müdahalesinin gerekçesi de, Suriye rejiminin kendi vatandaşlarına karşı silah kullanması değil miydi? -Tam burada, başka hiçbir gün kalmamış gibi, Erdoğan’ın Soçi’de olduğu gün Türkiye’nin Ukrayna ile SİHA üssü için anlaşma imzalamasının da ayrıca Türkiye adına bir “diplomatik gaf ” olarak kayıtlara geçirmekte fayda var.-

  • Tüm bunlara elbette Soçi görüşmesi öncesinde Erdoğan’ın son derece açık ve net bir üslupla ABD’deki Biden yönetimi ile istediği ilişki düzeyini yakalayamamaktan yakınmasını eklemek gerekir. Yıllardır dış politikasını ABD ile Rusya arasındaki gerginlik/rekabet dengesi üzerine kuran Erdoğan’ın, tam da Putin görüşmesi öncesinde “ABD ile işler iyi gitmiyor” demesi, daha görüşme başlamadan “elini rakibe göstermesine”, diplomatik olarak “daha zayıf pozisyonda” masaya oturmasına yol açtı.

Yine Erdoğan’ın Türkiye’nin ABD ve Rusya ile olan ilişkilerini karşılaştırırken “Rusya ile ilişkilerde şu ana kadar herhangi bir yanlış görmedik” sözünün de Moskova tarafından altı çizilerek not edilmiş olması büyük olasılık. Bu cümle, İdlib’deki Rus bombardımanının, bu saldırıların yarattığı ölümcül sonuçların AK Parti yönetimi tarafından “yanlış olarak görülmediği” sonucuna varmış olmalı Ruslar. Dolayısıyla bu cümleyi “İdlib’de yaptıklarımızı, yapmaya devam edebiliriz” olarak algılamaları olası.

Muhalefetin etkisi

Erdoğan görüşme öncesinde Putin ile birlikte resim verirken, bir yandan da Rusya’yla savunma ilişkilerinin derinleştirilmesinden söz etti. Ancak belli ki Soçi’de bu konuda kayda değer bir mutabakat olmadı ki, görüşme sonrasında ne Türk, ne de Rus tarafından bu konuda somut bir açıklama gelmedi.

Putin istihbaratçı geçmişi olan, çok tecrübeli bir siyasetçi. Türkiye’deki kamuoyu yoklamalarından, muhalefetin “Türkiye’nin çıkarına olmayan uluslararası anlaşmalara uyulmayacağı” açıklamalarından haberdar olmaması mümkün değil. Türkiye’de böyle bir siyasi ortam varken, AK Parti hükümeti ile uzun soluklu olamayacak, üstelik Türkiye’de iktidara gelmesi olası muhalefeti de karşısına alabilecek anlaşmalara girişmesinin pek de akıllıca görünmeyeceğini hesaplıyor olabilir.

Keza Suriye/İdlib konusunda da Erdoğan’ın istediğini alabildiğine ilişkin bir emare yok. Anlaşmazlıklar, mevcut formatta, “zamana bırakılmış” görünüyor.

Oysa içerde ekonomik kriz, dışarıda birbiri ardına gelen dış politika geri adımları ile sıkışan Erdoğan yönetiminin artık “sonsuz zamanı” yok. Putin’in ise Rusya’da yaptığı yasal düzenlemeler nedeniyle zamanı çok. Belli ki savunma iş birliği gibi İdlib gibi kritik sorunların “zamana bırakılması”, Erdoğan’ın değil, Putin’in işine yarayacak.

Benzer bir durum ABD’yle ilişkilerde de mevcut. ABD Başkanı Biden’ın New York’ta Erdoğan’la görüşmemesi, Türk tarafının rahatsızlığını dışa vurması üzerine Roma’da Ekim sonunda yapılacak G-20 toplantısında kısa bir ikili görüşmeye razı olması da bunun göstergesi.

Belli ki kimse, AK Parti hükümetinin siyasi ömrünün 2023’ü geçip geçmeyeceğini görmeden kritik adımlar atmaya yanaşmayacak.

Soçi’den sonra, Roma’dan önce manzara şu;

Gerek Rusya, gerekse ABD açısından Türkiye ile ilişkiler, 2023 seçimlerine kadar “durumu idare etme” ve sadece çıkabilecek acil problemleri yönetme dışına taşmayacak gibi görünüyor…

Tüm yazılarını göster