Hem şirketlerimiz hem de kişisel kariyerlerimiz için çok temel bir soru var: bilinen alanlarda mı rekabet edeceğiz, henüz keşfedilmemiş sahalarda mı? Bu konuyu INSEAD’dan Chan Kim and Renée Mauborgne’un Kırmızı ve Mavi Okyanus metaforuyla konuşalım.
Kırmızı okyanus, günümüzde mevcut alanları temsil ediyor. Bilinen pazar, sınırları belirlenmiş sektör, ve paylarını artırmak için rakipleriyle kıyasıya mücadele eden şirketler. Acımasız rekabette dökülen kan suyu ‘kırmızı’ya boyuyor.
Mavi okyanus, günümüzde var olmayan alanları temsil ediyor. Bilinmeyen pazar, uçsuz bucaksız sektör, ve henüz rekabet tarafndan kirletilmemiş bir alan. Geniş, derin ve güçlü saha, ‘mavi’liği çağrıştırır.
Kırmızı ve mavi okyanusta iş yapmanın riski, getirisi, ve icapları birbirinden çok farklı.
Kırmızı okyanusta odak mevcut talebi karşılamak, müşteriye sunulan değer ile onu üretmek için harcanan maliyet arasında denge kurmak ve neticede rakiplerden daha ucuz/ daha farklı olmak. Süpermarketler, otomobil firmaları veya telekom operatörleri bunları başarmak için var güçleriyle uğraşıyorlar. Geleneksel profesyonel rolleri de buna benzetiyorum. Belli bir organizasyon şeması, oturmuş bir hiyerarşi ve bazı kriterleri tutturdukça alınan primler/ terfiler.
Kırmızı okyanusun en büyük avantajı, oyunun kurallarının belli, talebin adeta garanti olması. Mesela futbol gibi. Elle oynamak yasak (kaleci değilseniz!), oyun 90 dakika sürer, daha çok gol atan kazanır, milyonlarca kişi maçlara ilgi gösterir, vb.
Mavi okyanusta odak olmayan talebi yaratmak, yepyeni bir değer önerisi sunmak ve böylece rakipleri anlamsız hale getirmek. En bariz örneklerinden biri 17 yıl önce yaşandı. Steve Jobs siyah pantolon ve kazakla sahneye çıktı. ‘Bugün Apple telefonu yeniden icat ediyor’ diye başlayan ve ‘iPhone, diğer cep telefonlarından en az beş sene önde, devrimci ve büyülü bir ürün’ diye süren konuşması bittiğinde şirketinin, sektörünün ve hepimizin hayatı değişmişti.
Mavi okyanusun en büyük avantajı, başarılı olunursa olağanüstü bir değer yaratılabilmesi. Nitekim dünyada 1 milyar aktif iPhone kullanıcısına ulaşan Apple’ın piyasa değeri 2007’de 174 milyar dolardan bugün 2.6 trilyon dolara çıktı.
Ancak tabii ciddi bir risk de var. Zira henüz olmayan bir pazar için bir hizmet/ ürün sunuyorsunuz. Bunun için, henüz ifade edilmeyen bir talebi ‘koklamanız’, doğru bir ekiple buna yönelik çalışmanız ve neticede uygun bir seçenek sunmanız gerekiyor. Üstelik, cesur olup küçümsenmeyi de göze alabilmelisiniz.
Mesela iPhone ilk çıktığında cep telefonu piyasasına hakim olan şirketler yeni rakiplerini görünce ne düşündüler? Nokia baş stratejistinin yorumu şöyleydi: ‘Tıpkı bilgisayarlarda olduğu gibi, önce ilgi görecekler ama sonuçta ancak kısıtlı bir kesime hitap edebilecekler’. Blackberry CEO’su ise ‘Bizim için sorun yok’ demekle yetindi. Nokia 2013’de cep telefonu sektöründen çıkmak zorunda kaldı. Blackberry’nin 2009’da 80 milyar doların üzerinde olan değeri eridi gitti.
Kırmızı okyanusta da mavi okyanusta da başarılı olmak mümkün. Hangisinde yol alacağınız size kalmış. Ancak sakın kırmızı okyanusa mavinin, mavi okyanusa kırmızının gemisi, tayfası ve rotasıyla açılmayın. Batarsınız.