Geçtiğimiz hafta Peter İlkesi olarak tanınan, 1969 yılında Laurence J. Peter ve Raymond Hull tarafından yazılan bir kitap aracılığı ile literatüre geçen bir ilkeden bahsetmiştim. İlke; “‘Hiyerarşik örgütlerde çalışanların üst makamlara terfileri çalışanın ulaştığı üst makamda başarısız olduğu noktaya kadar devam eder. Terfi bu noktada durur. Terfi ettirilen örgüt elemanı daha yukarıya terfi ettirilmeyeceği ve rütbe tenziline tabi tutulamayacağı için üst makamlarda genellikle başarısız bireylere rastlanır. Örgütler bu nedenle hem alt makamlarda başarılı elemanlarını kaybederlerken üst makamlarda yetersiz yöneticilerle çalışmak zorunda kalırlar’ şeklinde özetleniyordu.
Peter İlkesi’ni iki bu ilkenin temel varsayımı açılarından eleştirmiştim. Birincisi, örgütlerde terfilerin bir önceki pozisyonlarındaki ‘başarıya’ göre kararlaştırıldığı, ikincisi de, üst makamlara atamanın hep içeriden yapıldığı varsayımlarıydı. Bu iki varsayımın da gerçekçi olmadığını yazmıştım.
Daha sonra kifayetsiz sayıda! Okurun Ataç ilkesi diye isimlendirerek bana iltifat ettikleri bir tezi ileri sürmüştüm. Bu tez bir anlamda Peter İlkesi’nin bir başka varsayımının geçersizliği üzerinden çıkarılmıştı. Tez üst makamlarda başarısızlığın Peter’in ima ettiği gibi elemanın yeteneklerinin bu makamın gerektirdiği performans için yetersiz kaldığından değil çoğu kez elemanın bir teknokrat olarak bilgi, beceri ve deneyimleri yeterli olsa dahi onun siyasi bilgi, beceri, ve deneyimlerinin yetersizliğinden kaynaklandığı gözlemine dayanıyordu. Bu nedenle “Üst makamlarda gözü olan ve oralarda kalmak isteyen kişiler iyi teknokrat olmaktan çok iyi politikacı olmak zorundadırlar” demiştim.
Daha sonra da siyasi becerilerin,
1) Bilgi akışının ve iletişim kanallarının kontrol edilmesi;
2) Gündemin kontrol edilmesi; (3). Örgüt dışından uzmanların kendi menfaatleri için kullanımı; 4) Manipülasyon ve algı operasyonlarının yapılması,
ve
5) Koalisyonlar inşası şeklinde başlıklardan oluşan bir listesini vermiştim. Bu yazıda siyasi bilgi, beceri ve deneyimleri biraz daha irdelemek istiyorum.
Hiyerarşik örgütlerde kararların çoğu komitelerce alınır. Artık herkesin ezberlediği ve Napolyon Bonapart’a atfedilen “Bir işin olmamasını istiyorsan komisyona havale et" deyişi tam doğru değildir. Siyasi becerileri olanlar kararlar istedikleri gibi çıksın diye de işi komisyonlara havale ederler. Yani komisyonlar hem karar çıkmaması hem de istenilen karar çıkması için kullanılan mekanizmalardandırlar.
Komisyon kararları sadece komisyon üyelerinin fikirlerine değil komisyonun karar vermek için sahip olduğu zamana da bağlıdır. Bu nedenle komisyonların kararları tartışma gündemine maddeler eklenmesi, maddelerin çıkarılması veya tartışılacak maddelerin sıralarının değiştirilmesi yoluyla manipüle edilirler. Söz gelimi tartışma gündeminin başındaki maddeler daha detaylı tartışılırlar. Sonuçta bu maddelerin tartışmaları gündemin sonundaki maddelere oranla daha somut verilere dayalı, olasılıklar daha iyi düşünülerek yapılır. Gündemin sonundaki maddelerin tartışmaları ya yapılmaz ya da hemen her zaman daha yüzeysel ve üstünkörü yapılır.
Bir örgütte ister komiteler ister bireyler tarafından alınan kararlar çoğunlukla bazı kıstaslara göre verilir. Belli bir kıstasa göre verilmemiş karar hemen hemen yoktur. Bu kıstasların bazıları somut bazıları soyut olabilir. Söz gelimi ‘en az masraflı’ veya ‘en yeni’ veya ‘100 liranın altında’ gibi. Bu kıstasların her zaman objektif (nesnel) oldukları ileri sürülür veya öyle olması gerektiği söylenirse de bu tam da doğru değildir. Siyasi yöneticiler kararların alınmasında kullanılacak kıstasları kararlaştırmak veya etkilemek yetkisine sahiplerse bunu kullanarak istedikleri kararların çıkmasını sağlamaya çalışırlar. Bu amaçla istenilen karar lehine konuşmalar yapmak yerine kendi tercihlerini destekleyecek karar kıstaslarını empoze etmeye çalışırlar.
Siyasi yöneticilerin çok sık kullandıkları bir başka strateji bilgi erişimini kontrol etmektir. Yönetimde gücün en önemli kaynaklarından biri ya başkalarında olmayan bilgilere sahip olmak ya da başkalarının sahip olabilecekleri bilgileri kısıtlayabilecek veya manipüle edebilecek pozisyonda olmaktır. Söz gelimi, bilgilerin gizlilik açısından tasniflenmeleri sık kullanılan bir ‘bilgi dağıtımını kısıtlama’ yöntemidir. Bir sürü gizlilik derecesi vardır. Bilgileri ‘Çok Gizli’, ‘Gizli’, ‘özel’, ‘Hizmete Özel’ ve ‘Tasnif Dışı’ gibi etiketleyerek dağıtımını denetlemek yaygın bir siyasi manipülasyon taktiğidir.
Siyasi stratejilerin en sık kullanılan bir tanesi kararları örgüt dışından ‘uzmanlara’ verdirmektir. Bu strateji yöneticinin istediği kararın alınması işini örgüt dışından bir veya birkaç uzmana uzmanlara havale edilmesi yoluyla uygulanır. Neticede ararsanız her kararı destekleyecek bir veya birkaç uzman! bulabilirsiniz. Kararlar, kararı bir uyumlu uzmana! bırakarak ve uzmana bir tartışma platformu yaratarak manipüle edilebilirler. Amerikan jüri sistemini gösteren mahkeme filmleri seyrettiniz ise sanık avukatlarının veya savcıların ‘uzman şahitleri’ nasıl kullandıklarını da görmüşsünüzdür.
Siyasi stratejiler ille de istenmeyen kararların alınmasına engel olmak için yapılmaz. Bu mümkün değilse kararın bu konuda bir şey yapabilecek makamlara ulaşmasını engellemek de bir stratejidir. Örgütlerde bir sürü iyi fikir veya girişim üst makamlara ulaşmadan yok olur gider. Bu engellemeyi üst makamlara yakın olanlar yapabilecekleri için siyasi stratejistler üst makamlara erişimi kendileri için en önemli gündem maddesi haline getirirler. Sadece iletişim değil erişim de engellenebilir.
Sık kullanılan bir başka siyasi strateji koalisyonlar kurulmasıdır. Koalisyonlar hemen her zaman çıkar birlikleridir. “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah'a, Peygamber'e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir” şeklindeki humus ilkesi ganimetin paylaşımın İslam dini tarafından nasıl düzenlendiğini açıklar ve bizde de gayet iyi bilinir. Menfaat dağıtımı esası üzerine kurulan koalisyonlar bu nedenle mümkün olan en az sayıda kişi/kurumdan oluşurlar. Çoğu koalisyonun geçici ve güvenilmez olması nedeniyle bu sık ve uzun süreli kullanılan bir strateji değildir.
Koalisyonların emniyetsiz ve göreceli olarak kısa ömürlü olmaları nedeniyle siyasi stratejistler koalisyon kurmalarının yanı sıra ağırlıklı olduklarına inandıkları ve kararlarına engel olabileceklerine inandıkları kişileri yanlarına transfer etmeyi denerler. Siyasi stratejistin grubunda, komitesinde, timinde, yönetim kurulunda yer alanlar onun kararlarına pek itiraz edemezler.
Siyasi stratejistler, eğer akıllı iseler, kararlarının sadece güçlü oldukları için kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmez başka gerekçeler bulurlar. Bunlar genellikle manipülatif girişimlerdir ve algı operasyonlarıdırlar. Kararlarının doğruluğu ve itiraza yer bırakmayacak şekilde olduğunu ispat için çoğu kez İngilizce ‘Invoke the saints - Azizlere atıfta bulunmak’ denilen doğru, yanlış isimleri örnek göstermek bunlardan biridir.
Sanıyorum bu anlattıklarım çoğunuza tanıdık gelmiştir. Hepiniz kariyerlerinizde yukarıda anlatılan yollardan bir veya birkaçına ya maruz kalmışsınızdır ya da kullanmışsınızdır. Bunun kötü bir tarafı yok.
Onun için baştan söyleyeyim de yanlış anlaşılma olmasın. Ben siyasi davranışın kötü teknokrasinin iyi olduğunu ileri sürmüyorum. Sadece üst kademelerde teknokrat olarak kalmakta ısrar ederseniz harcanırsınız diyorum. Devam edeceğiz.
Sağlıcakla kalın
--------------------
(1) Enfal, 8/41
(2) Bu tür hareketlere İngilizce co-opting deniliyor. Ben tam Türkçe karşılığını bulamadım.