Rusya ve Ukrayna arasındaki çatışma başladığında elimizde üç adet senaryo vardı. Hatırlarsanız bunlardan yazılarımda bahsetmiştim. Birinci senaryo önce ateşkes, sonra kalıcı barış ve Rus ordusunun Ukrayna‘dan çıkmasını içeriyordu.
İkinci senaryo ise işgalin devamı ve yeni bir statüko oluşması üzerineydi. Şu ana kadar bu senaryonun uzun süre devam edeceğini düşünüyorduk. Ancak Rusların Odessa limanına yaptığı füze saldırısı ve işgalin genişleme ihtimali bizi yavaş yavaş üçüncü senaryo doğru yaklaştırıyor.
Üçüncü senaryo Rusya’nın Ukrayna’nın tamamını işgal etmesi üzerine kurulan senaryoydu. İkinci senaryoda dünya ticaretinde yarım trilyon dolar bir kayıp yaşanacak ve küresel büyüme 1,5 puan azalacak. Adeta bir kabus senaryosu diyebilirim. Bu durumda dünya ticaretinden 1,5 trilyon dolar eksilme ve küresel büyüme hızından da en az iki puan eksilme mevzubahis olabilir. Bu durumun Türkiye’ye yansıması nasıl olacak diye düşündüğümüzde, sıcak çatışmaya dahil olma gibi bir riskin de varlığından haberdar olmalıyız diye düşünüyorum. Şimdi başka bir pencereye geçelim.
“Güvenlikçi politikalar seçenekler azaltıyor..”
Suriye’ye yapılacak olan harekat çerçevesinde değerlendirirsek, önümüzdeki dönemde Rusya ve İran ile koordineli olarak bazı çıkışlar yapacağımız söylenebilir.
Elbette bu durum Avrupa’yı ve Amerika Birleşik Devletleri‘ni rahatsız edecek. Açıkçası "seçimlerde aritmetiği değiştirecek bir senaryo mu yoksa şu ortamda ihracat ve sanayinin yakalayacağı olumlu bir alternatif mi" diye terazinin kefesine koyduğumuzda hangi tarafın ağır basması gerektiğini hepimiz biliyoruz, ancak siyaset bu şekilde çalışmıyor. Dolayısıyla güvenlikçi politikaların kolayca bir kenara bırakılmayacağını söyleyebiliriz.
Hal böyleyken Türkiye daha uzun süre "potansiyel barındıran" ancak bu potansiyeli bir türlü hayata geçiremeyen bir ülke olarak değerlendirilecek diye düşünüyorum.
Rusya ve İranla yapılan görüşmelerin batı dünyasını rahatsız ettiğini söylemeye gerek yok ancak terörün kontrol altına alınması için maalesef çoğu zaman batı dünyasının hoşuna gitmeyen alternatifleri değerlendirmek mecburiyetinde kalıyoruz. Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ile alakalı yaptığı çıkışın hemen ardından terörle mücadele için bölgedeki iki güçlü ülke ile temasa geçmesi aslında yadırganacak bir durum değil. Ancak bir taraftan NATO üyeleri ile müzakere yaparken diğer taraftan İttifakın hedef aldığı ülkelerle müzakere içinde olmak 21. yüzyıl paradigması açısından doğru analiz edilmesi gereken bir ayrıntı diye düşünüyorum.
Daha önceki raporlarımda çok bahsettiğim gibi, Türkiye NATO üyelerine güvenmiyor. Diğer taraftan NATO’nun hedef aldığı ülkelere aslında pek güvenmiyor. İki grup arasında kendine göre bir denge politikası yürütmeye çalışıyor.
Ancak bu çabaların hiçbiri maalesef sanayi ve ihracat için gereken açılımı ya da atılımı gerçekleştirmek için yeterli olmayacak. Bunun için seçimlerin gerçekleşmesi ve siyasi tartışmaların gerimizde kalması gerekiyor.