Sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi davranıyoruz…
Üst üste gelen haberlere bakın.
Bankacıya para kaptıran, kaptırdığı parayı geri alabilmek için yeni kurbanlar bulan futbolcular mı ararsınız; 1 milyarlık naylon fatura kesildiğini açıklayan güzellik merkezi sahibinin muhasebecisini mi; Öğretmenler Gününde dayak yiyen öğretmenleri mi; yargıda rüşvet iddialarını mı; Şiddete Karşı Mücadele Gününde eşleri tarafından öldürülen kadınları mı?
Böyle daha sayamadığım yüzlerce haber var.
Bunlar sadece tesadüfen yaşanan olumsuz gelişmeler mi dersiniz? Yoksa topyekûn bir kaosun mu içindeyiz?
Bütün bu yaşananları mercek altına alacak ve kendince çözüm yolu önerecek olan mekanizma siyaset ve sivil toplum değil mi?
Oysa siyaset anayasa değişikliği ile yerel seçimde kimler aday olacak tartışmalarına hapsolmuş durumda, sivil toplum da siyaseti yönlendirme, baskı altına alma gibi bir işlevi çoktan terk etmiş durumda.
Siyasetin gündemi ne?
Bu seferki anayasa değişikliğinin can alıcı noktası olacak gibi görünen, cumhurbaşkanı seçilmek için 50+1’e gerek olmadığı yorumu, MHP lideri Bahçeli’nin sert karşı çıkışıyla şimdilik rafa kaldırılmış durumda.
Öte yandan hangi ittifak kiminle ve nasıl yerel seçimlere girecek tartışması sürüyor. Adaylar netleşinceye kadar da sürecek gibi görünüyor.
Gözden kaçmaması gereken nokta, iktidarın hiç de rahat olmadığı. Zaten yerel seçimlerde genel seçimler kadar başarılı olamayan AKP, şimdi bir de İstanbul, Ankara ve İzmir için seçim kazanacak aday bulma derdinde. Kabul etmek gerekir ki muhalefet adayları şu anda daha avantajlı konumdalar. İktidar kanadında onlarca isim sayılıp dökülüyor ortaya. O kulislere bir sonraki yazıda değinirim. Üzerinde durmak istediğim nokta, yukarıda saydığım/sayamadığım haberler gündelik hayatımıza yön verip damga vururken siyasetin bu sorunlardan bihabermiş gibi davranması. Kim bilir gerçekten de ortada sorun görmüyor olabilirler ki durumumuz o zaman daha da vahim bir hal alır.
Siyasetin tartışması gereken ne?
Bakın şöyle izah etmeye çalışayım.
Biliyorsunuz Meclis’te yeni bütçe görüşmeleri başladı. Malum, hükümetlerin siyasi tercihleri bütçelerle daha bir görünürlük kazanırlar.
Biz bu bütçe döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesindeki artış (2023 yılında bütçesi 36 milyar 468 milyon 836 bin TL idi, 2024 yılı bütçesi 91 milyar 824 milyon 805 bin lira) oranını tartıştık ama Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde dile getirilen rakamları atladık.
O rakamlara göre Türkiye’de sosyal yardım alan hane sayıları 2023'te 4.4 milyona ulaşmış durumda. Sadece Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın “yoksulluk ile mücadele” için harcadığı para 2023 yılında 91 milyar 582 milyon 780 bin TL imiş. 2024 yılında bu rakamın 205 milyar 861 milyon 822 bin TL olması planlanıyor. Bu rakamlara diğer kamu kurumları ve belediyelerin yaptıkları sosyal yardımlar dahil değil üstelik.
Ülkenin halini bu rakamlardan daha iyi ne anlatabilir? “Muhtaç” sayısına mı üzülelim, siyasetin artık bunu bir oy kapısı olarak görmesini mi eleştirelim, yardım alanların buna bağımlı hale gelmelerine itiraz etmemelerini mi masaya yatıralım?
Bu tabloya bir ek daha yapalım. Mahfi Eğilmez 23 Kasım’da “Kara Para Aklama, Ponzi Oyunu, Mafya ve Faiz İlişkisi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazının bir bölümünde şöyle diyor Eğilmez:
“Ödemeler dengesindeki net hata ve noksan kalemi yani nereden geldiği ve nereye gittiği bilinmeyen paraların yazıldığı kalem, 2022 yılında yaklaşık 26 milyar dolar fazla vermişti. Bu miktar 5 – 6 milyar dolar olsa anket hataları, ihracatçının dışarıda tuttuğu paralar, zaman farklılığı nedeniyle henüz yurda getirilip hesaplara girmemiş paralar diyerek açıklamak mümkün olabilirdi. Ama 26 milyar dolar, söz konusu yılın cari açığının (49,1 milyar dolar) yarısından fazlası olduğundan bu açıklamaların ötesinde bir şeyler olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Bu konular hiç araştırılmadı, bilerek, isteyerek zamanın, üzerini örtmesine terk edildi. Oysa bu konu mesela kara para, uyuşturucu ticareti incelemesi gibi araştırmalara konu edilmeliydi.”
Peki ama siyaset aslında var mı?
Sahi, çok partili hayata geçtikten sonra Türkiye dönem dönem derinleşen krizlerini gerçekten siyaset ve/veya sivil toplum aracılığıyla çözebildi mi? Çözdüyse yüzde kaçını çözdü mesela?
Mesela sosyal yardımlar konusu sadece “muhtaç” haneler üzerinden okunarak analiz edilebilir mi? Sosyal yardımların iş gücü arzındaki yapısal değişimi nasıl etkilediği masaya yatırılması gereken bir sorun değil midir?
İş gücüne ihtiyacı olan kurumlar, devletin karşılıksız ödemelerinin doğrudan ve dolaylı etkilerinin sonuçları konusunda ne düşünüyorlar acaba? Siyaset mekanizması bu konudan ne kadar haberdar?
Yahut Eğilmez’in dikkat çektiği konu siyaset mekanizmasının ne kadar umrunda?
Peki ama daha da çoğaltılabilecek bu ve benzeri soruların yanıtları hep olumsuzsa o zaman “siyaset mekanizması gerçekten var mı” sorusu ortaya çıkmaz mı?
Siyaset, seçimlere beş kala emekliye bayram harçlığı, çalışana ikramiye, asgari ücrete zam, taban fiyatlarına artış vaadetmekten ibaretse bu anlayıştaki iktidar ve muhalefetle, böyle bir siyasî partiler düzeniyle Türkiye konuşabilir mi, siyaset yapabilir mi, meselelerini eleştirel akılla, sağduyulu bir şekilde değerlendirebilir mi?