Sistem krizleri Freud’u haklı mı çıkarttı?

D. Ferhat DEMİR İNOVASYON DELİSİ

İnsanlığın seyrindeki en büyük zihinsel kırılmalardan biri, sanayi devrimidir. Köyünde kendisinin efendisi olan çiftçi, sanayi devrimi ile edilgen konuma gelmiştir. Üreten kişi değeri tanzim eden değildir artık. Akın akın şehirlere göç eden kırsallar, işçiye dönüşmüştür.  Burjuva, küçük burjuva gibi sınıflar ve sair meslekler doğar. Bu büyük değişimi yönetmeye talip iki başat sistem belirir: sosyalizm ve liberal demokrasi. Özel mülkiyet, serbest piyasa, planlı ekonomi, mutluluk ve özgürlük gibi alanlarda birbirinden oldukça farklı doktrinlere sahip bu iki sistem, egonun mükemmel olduğu konusunda hem fikirdir.

Liberal demokrasi

Liberal demokrasi, özgür iradeleri sayesinde bireylerin etki alanında kalmadan seçimlerde bulanacağını varsayar. Özne, özgür iradesini kullanarak en isabetli kararları verebilecek mükemmel bir zihne sahiptir. Özne, Tanrıdan aldığı kusursuz yapı sayesinde eninde sonunda doğruya yönelerek iyi bir düzen kuracaktır. İdeolojiler insanın özgür iradesini ipotek altına almaya çalışan dış müdahalelerdir ve ortadan kaldırılmalıdır. Bu noktada spiritüel, teolojik ve maneviyatçı dünya görüşleri ile liberal demokrasi ortak bir sayfada buluşur. Kentlerde biriken yığınlar, eğer tembellik etmez ve çalışırlarsa kapitalizmin üretim bolluğu sayesinde hiçbir eksiklik yaşamayacaklar, mutlu ve özgürce bir arada ve barış içinde hayatlarına devam edeceklerdir. Mükemmel zihin serbest piyasa mekanizmaları ile “kendini gerçekleştirme”, “kendi olma” fırsatları yakalayacak; neyi ne kadar üreteceğine ve ne kadar tüketeceğine karar verecektir. Bireyin beyaz bir sayfa olarak doğduğunu, cogitonun kendisini dilediği gibi ve en iyi şekilde gerçekleştirme kudretine sahip olduğunu savunan Varoluşçu felsefe liberaller ile ister istemez bu noktada eklemlenmiştir. Demokratik seçimler ile özne en iyi şekilde nasıl yönetileceğinin yolunu bulacaktır (bireyci mükemmel ego). Mutluhan İzmir hocanın tabiri ile bu varsayım, düzenin kalbinde yatan temel bir dogmadır. Peki, özne mutlak bir mutluluğa ve özgürlüğe ulaşabilir mi? Doğası buna uygun mu?

Sosyalizm

Materyalistlerin başını çektiği sosyalist blok ise Darvinci bir okuma ile insan zihninin zamanla evrimsel olarak mükemmelleştiğini savunur. İnsanlar düşünerek her şeyin en doğrusunu bulan mükemmel bir zihne sahiptir. İnsanın egosunu öldüren cehalet en büyük düşmandır. Cehaletin ve aslında tüm nevrozların sebebi kapitalizmdir. Çünkü üretim ilişkileri çarpık kurulmuştur. İktidarı elinde bulunduran; gücün, artı değerin ve bilginin dağılımına karar verecektir. Dinler özgür iradeyi baskı altına aldığı için kapitalizm ile aynı kaderi paylaşmalıdır. Bu bloktaki hâkim kanı: dinler, insanları korkutmak ve sindirerek yönetmek için monarşilerin ve teokrasilerin aparatıdır. Eğer öznenin bilincini köleleştiren üst yapılar ortadan kaldırılırsa, birey; toplumun çıkarlarını kişisel hırslarından önde tutacak ve ortada sadece “toplumsal mükemmel ego” kalacaktır. Genel olarak materyalizm için evrenin bilimsel açıklanma çabası diyebiliriz. Berkeley’n önderlik ettiği ruhun maddeden önce olduğunu savunan idealistlere karşı materyalistler maddenin önce geldiğini ruhun ikinci gerçek olduğunu iddia eder. Yani maddesiz bir düşünce olamaz. Dünyayı öznel veya nesnel gören iki kamptan bahsediyoruz özetle.

Freudian Kuram

Freud’un bilinçdışı kavramı bize özgür irade olamayacağını gösterir. Onun kuramlarına göre insan doğruyu yanlıştan ayıran mükemmel bir egoya sahip değil. Tam tersi, son derece öznel ve kendi yaşadığı subjektif geçmişin kıskacında kıvranan, hatta özgür bırakıldığında seçimleri daha da sorunlu hale gelen bir varlıktır. İnsan zihni genelde ilk 8-10 yılda şekillenen bir dünya algısına sahiptir ve sonrasında tüm kararları bu sorunlu zihin yapısına dayanır. Ego, insan zihninin ilk basamaklarının bir sonucudur ve ataerkil biçimde inşa olur. Teolojik mantık, esasında çocuğun dış dünyayı ilk anlamlandırma örgüsüne dayanır. Babayı ortadan kaldırarak anneyle tekrar bütünleşme umudu, yani tam olma hali esas mutluluktur. Çocuk, baba olarak gördüğü kurallarla hep kavgalı ve yaşama arzusunu simgeleyen anneye kaçış halindedir. Fakat ne olursa olsun dünyayı bu üçlü yapıda okuma biçiminden kurtulamayacaktır. Teolojinin üstün güç inancı insan doğasına benzer şekilde çalışır. Ego, düşünmeye değil inanmaya ve inandığını taklit etmeye eğilimlidir. Bu hayati noktanın göz ardı edilmesi, materyalistlerin ve dolayısıyla sosyalistlerin büyük hatasıdır. Freud tezlerinde diyalektik olmazsa olmazdır. Materyalizm dine taarruz ederken diyalektiği de kadük bırakmıştır. Tabii ki Freud’un kuramları özgür irade ve mükemmel ego savına dayanan liberal batı demokrasilerinin de hoşuna gitmemiştir, ama onlar da üstün-güç çıkmazını aşamamışlardır. Çocuğun hayatı boyunca ilk yıllarındaki anne ve baba algısından kaynaklı üstün bir gücün varlığına olan inancı temel bir dış dünya algısı olarak sürekli ortaya çıkar. Hayvanlar içgüdüleri ile ayakta kalır. İnsan bir başkasına muhtaçtır. Hayatta kalmak ve birlikte yaşamak için bu şarttır. Bebek, bakılmazsa yaşayamaz. Bebek zihni Lacan’ın ayna evresi ile büyük bir kırılma yaşayarak anneden ayrı olduğunu yani artık tam olmadığını fark eder. Bu, aynı zamanda egonun oluşmaya başladığı süreçtir. Ego aynada eksik olduğunu görmüştür ve yaklaşık 10 yaşına kadar anne-baba figürleri üzerinden üstün bir gücün nesnesi olarak yapılanacaktır. Otoriter zihin örgüsü insani doğal gelişimin bir sonucudur.

Aktüel siyaset ve sistem krizleri

İnsanlardan her zaman rasyonel karar vermelerini beklemek Freud kuramlarından haberdar olmadığımızı gösterdiği gibi psikoloji hatta biyoloji bilmediğimizi de gösterir. Biyoloji felsefesini tartışmaya davet eden son derece çekici konular olmakla birlikte, sıcak siyaseti ve aktüel gelişmeleri bu perspektiften okursak, aslında pek sürpriz yok! İnsanların doğal eksiklerinden kaynaklı üstün güç arayışının önüne geçemezsiniz. Sanayi devrimi ile edilgen konuma düşerek iyice zayıflayan yığınlar eksikliklerini tamamlayacağı güçlü liderler görmek isterler. Bu hayatta kalmakla ilgili temel bir güdüdür. Dozu coğrafyaya göre değişebilir. Kendisinden daha zayıf, daha yeteneksiz, daha iyi konuşamayan, hatta daha zeki olmayan insanları takip etmezler. Verilen mesaj kadar kimin verdiği önemlidir. Akıllarına hitap eden binlerce sayfalık kitap okusanız ya da binlerce madde kaleme alsanız dahi eğer onların bilinç altlarındaki kaygılarına hitap edemiyorsanız, hayatta kalacaklarına dair güçlü mesajlar veremiyorsanız, kütüphaneleri meydanlara taşıyın, nafile. “Aç kalırım ama vatansız kalmam” manifestosunu bu minvalde değerlendirmek gerekir.

Demokrasinin kriz yaşamaması için egoların mükemmelleşmesi şart. Biyolojik olarak mümkün değil ama yakınsanabilir. Eğitim düzeyi yüksek, toplumsal egoyu/ortak aklı delege ettiği güçlü kurumlar kuran ve rasyonel düşünce becerisine sahip “bireylerin” çoğunluk olduğu ülkelerde göreceli büyük krizler çıkartmayabilir ama Türkiye toplumcu ya da bireyci mükemmel egodan oldukça uzak. Ne ortalama eğitim seviyemiz ne tarihi acılarımız ne de coğrafi tehditlerimiz buna müsait. Böyle bir toplumda insanlara gelecek garantisi veren, aklı kadar duygularına hitap eden ve onları hem baba kudreti hem anne şefkati ile yaşama tutunduracak karizmatik liderlere ihtiyaç vardır. Karizma zekâ gibi büyük oranda doğuştandır. İnsanlar onu hisseder. Bu sadece birkaç saniye alır. Hissettikten sonra dinlemeye başlar. Hissetmiyorsa zorlamak, kabullenilmiş bir yenilgidir.  Sığ siyasi analizlerin konuyu sadece milliyetçi oylar şeklinde yorumlamaları ülkenin ortalaması değil ortalamanın üzerine dair de bir fotoğraf sunuyor. “Sorunu çıkartan çözebilir mi?” rasyonel bir tartışmadır. Elitler mokkaları ile bu tartışmaları yapabilir ama ergenliğe yeni giren bir çocuk, babasının aldığı yanlış kararlar ve tam açıklayamadığı tutarsız hareketlerden dolayı evi hemen terk etmez. Duyguları evdedir, artı evin dışında daha büyük bir tehlike vardır. Milliyetçilik bizim isim verdiğimiz bir sonuçtur, sebep değil. Sınırlı bilgimiz ile anlamlandırmadığımız kompleks konuları bu tip etiketler ile açıklamak rahatlatır belki ama konu son derece biyolojik ve doğaldır. Elbette bu tip krizlerin aşmanın uzun vadeli yolları var. Önümüzdeki haftalarda devam edelim, fakat görünen o ki 2 ay içinde toplumu dönüştüreceğini zanneden ve 2 gecede Nietzsche’nin üst insanına ulaşacağını sananların yol açtığı krizler Freud’u haklı çıkartmışa benziyor.

Tüm yazılarını göster