Sürdürülebilir kalkınma için özel sektörün performansını artırmamız şart. Zira en büyük sanayi şirketlerimizin son on senedeki sermaye karlılığı ancak mevduat faizi kadar. Bankalarımızın hepsinin piyasa değeri, defter değerlerinin altında. Pek çok firma borç yapılandırmasında. Velhasıl birikimiyle aylık mevduat yapan veya döviz alan emekli Ayşe teyze anlı şanlı işadamlarından ve yöneticilerden çok daha iyi iş çıkarmış!
Hangi kriter?
İlk adım başarı kriterlerini doğru tespit etmek olmalı. Öyle ya, neyi hedeflediğimizi bilelim ki kaynakları ona göre seferber edelim, kabiliyetleri ona göre geliştirelim. ABD’de olsak işimiz nispeten kolay – şirketin piyasa değeri genel bir fikir verir (‘paydaş kapitalizmi’ tartışmaları ile bunun da kafiliği gündemde). Ama ülkemizde ne derin bir sermaye piyasası ne de borsaya kote çok şirket var.
Peki karlılık desek? Dipte kalan net kar mı, yoksa son senelerde meşhur olan ‘faiz, amortisman, vergi öncesi kar’ yani FAVÖK (EBİTDA) mı? Ama merhum Üzeyir Garih’in ifadesiyle ‘şirketler karsızlıktan değil nakitsizlikten batar’. O halde nakit akışı! Ama onda da büyümeyi ölçmedik. Hem mevcut borçları da unuttuk! Gel de çık işin içinden! Elbette tek kriterle konuyu çözmek zor. Tam da bu yüzden birkaç (azami beş) hususu içeren sistemler kurmak uygun olabilir.
Bilanço karlılığı
Ama kriterlerden biri mutlaka bilanço karlılığı (firmanın operasyonel karının sermayesi ve uzun vadeli borcuna oranı) olmalı. Zira borcunun maliyetini karşılayamayan firmalar, karlılık veya büyümeleri ne olursa olsun, sermayelerini eritirler ve zombi haline dönüşürler. Maalesef şirketlerimiz konuya bu açıdan pek bakmıyorlar.
Şirketim ne iş yapıyor?
Ayrıca doğru kriterleri bulmak için şirketin tam olarak ne iş yaptığını anlamak şart. Bununla ne kastettiğimi kendi tecrübelerimden üç örnekle cevaplayayım:
• Bir sanayi şirketinin karının tümü iki fiyata bağlıydı: çelik fiyatı ve euro-dolar paritesi. Burası aslında bir imalatçı değil adeta bir hedge fondu!
• Bir ticaret şirketinin sektörün çok üzerinde olan FAVÖK marjının aslında dörtte üçü müşterilerine sunduğu açık hesabın (işletme sermayesi) maliyetiydi. Burası aslında farkında olmadan bankacılık yapıyordu.
• TL’nin değer kaybettiği senelerde ihracata yönelen bir sanayi şirketinin karı hızla artmıştı. Artık operasyonun sağlıklı takibi için kur farkını izole etmek ve döviz cinsinden mali tablo yayınlamak gerekti.