Türkiye'de seçim sonrası iktidara gelecek hükümetin ekonomiye, siyasal yaşama, eğitime ve hukuk altyapısına ilişkin reformları yaparken IMF ile bir Stand By anlaşması imzalaması ekonomiyi rahatlatabilir. Böyle bir anlaşma devlet tahvillerinin faiz oranını aşağı çeker. Türkiye’nin uluslararası piyasalardan daha düşük faiz oranları ile borçlanmasını sağlar. Elbette ki IMF’ye gitme zorunluluğu olmasaydı iyi olurdu, ancak öyle hatalar yapıldı ki başka çare kalmadı.
Arjantin, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ocak ayında yeniden anlaştı. Yakın dönemde IMF ile Arjantin arasında yapılan ikinci anlaşma bu. Arjantin 2018 yılında da borçlarını ödeyemez hale gelince IMF bir ‘Stand By’ anlaşması yapmıştı. Anlaşma ile Arjantin'e toplamda 57 milyar dolarlık bir kredi açıldı.
Bu IMF tarihindeki en büyük krediydi. Arjantin'e sağlanan imkân IMF’in kendi ilkelerine bile aykırıydı. Bunu söylerken kastettiğimiz bir ülkeye verilebilecek toplam krediye ilişkin var olan tüm kısıtların aşılmasıdır. Arjantin bu kredinin 45 milyar dolarını ödeyemedi. 2021 yılının sonunda 700 milyon dolarlık kredi taksitini ödeyemeyeceği yani temerrüde düşeceği ortaya çıkınca IMF yeni bir kredi paketi açtı.
Açılan bu paket ile IMF, Arjantin'e 44,5 milyar dolarlık yeni bir kredi imkânı sağladı. Anlaşmaya göre Arjantin 2022 yılında bütçe açığının GSYH oranını %2,5’a, 2024 yılında ise %0,9 düşürecek.
Arjantin'in son yaptığı Stand By anlaşmasının bir özelliği de IMF’nin klasik önlemler paketini içermemesi. Bu anlaşmada ücretlerin azaltılması, kamu harcamalarında sert düşüş gibi talepler yumuşatıldı. IMF, bir anlamda bu yeni anlaşma ile 2018'de yapılan anlaşmanın doğru olmadığını da kabul etmiş oldu.
IMF’nin ağır ve ekonomiyi daraltıcı önlemler istememesi şaşırtıcı değil. Uluslararası Para Fonu da Dünya Bankası da 2008 krizi sonrası değişti. Bu değişimin en güzel örneği Uluslararası Para Fonu’nun son iki başkanının kadın olması. Üstelik bir önceki başkan Lagarde şu anda Avrupa Merkez Bankası Başkanı. Bunlar değişimin küçük ama önemli göstergeleri. Dünya Bankası'nın web sayfasında artık ana başlık olarak eşitsizlik, yoksulluk gibi sorunlar yer almakta. Bu gelişim önümüzdeki yıllarda uluslararası finansal sistemin inşası için umut verici. Yaptığımız saptamaya elbette katılmayan akademisyenler olacak. Ancak IMF 2008 krizi sonrası küreselleşmeyi övmek yerine küresel vergilerden söz etmekte. Tabii ki burada derdimiz IMF’yi övmek ya da geçmişte yaptıklarını unutturmak değil.
Arjantin, Türkiye ile birlikte, zamanında IMF’nin hatalı politikalarının acısını çok çekti. 1999'da Arjantin ve Türkiye hemen hemen aynı dönemlerde para kurulu sistemine geçtiler. Sistemi öneren IMF idi. Sistemin özü sabit kur politikasına dayalı bir para politikası idi. Para arzı ülkeye giren döviz miktarına bağlanmıştı. Döviz kuru bir sepet olarak alınmış, duyuru etkisi yaratmak için önceden ilan edilmişti. IMF böyle bir sistemin güçlü bir döviz rezervine dayanması gerektiğini göz ardı etti. Uygulanan sistem ile her iki ülkeye doğrudan ve portföy yatırımları şeklinde sermaye akacağı düşünülüyordu. Ancak sermaye akımı serbest döviz kurunun sabit olduğu bir sistemde krizin kaçınılmaz olacağı unutulmuştu.
Sonuçta her iki ülke de 2001 yılında girdi. Kriz ile birlikte aynı IMF bu defa her iki ülkeye esnek döviz kuru, sıkı maliye ve para politikası önerdi. Türkiye daha da ileri gitti. Enflasyon hedeflemesine geçerek uzun yıllar sonra enflasyonda tek haneyi yakaladı. Arjantin Türkiye'ye göre daha demokrat bir ülke olduğu için sosyal haklardan çok fazla feragat edemedi, ücretleri düşüremedi daha da önemlisi sermaye çekemedi. Türkiye hem sermaye sınıfının yararına olan özelleştirmeleri gerçekleştirdi hem de aktif işgücü politikaları uygulayarak reel ücretlerin aşağılarda seyretmesini sağladı.
Farklı nedenlerle de olsa şimdi her iki ülke de krize bütçe açığı ve cari açık ile %50’lere ulaşmış yüksek enflasyonla giriyorlar. Üstelik siyasal istikrar kaybolmuş durumda, her iki ülkenin de dış borç stoku yüksek, her iki ülke de artık yabancı sermaye çekemiyor. Arjantin çözümü IMF ile anlaşarak bulmaya çalışıyor.
Türkiye şu anda böyle bir anlaşmaya yanaşmıyor. Bu yazı kaleme alındığı günlerde uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye'nin kredi notunu aşağı çekti. Bu önemli, arkasının gelmesi olasılığı yüksek. Türkiye'nin Yeni Ekonomi Modeli’nin daha çok dilek ve temennilerden oluşan bir politika ile enflasyonu aşağı çekmesi, bütçe açığını azaltması, dış borç stokunu rahatlatacak bir sermaye girişini sağlaması zor gözükmekte.
Diğer yandan TCMB’nin ekonomik gerçeklerden uzak bir para politikası izleyerek politika faizini enflasyon oranının altında belirlemesinin yarattığı döviz kurundaki artış, üretimi olumsuz yönde etkiliyor. Öte yandan finansmanı zayıf, buna karşın taahhüt edilen ödemelerin döviz cinsinden olduğu KÖİ yatırımlarıyla bütçe dengesini altüst eden bir maliye politikası izlenmekte. Türkiye'de denetim ve şeffaflık düzeyinin de azaldığı düşünülürse seçim sonrası iktidara gelecek hükümetin ekonomiye, siyasal yaşama, eğitime ve hukuk altyapısına ilişkin reformları yaparken IMF ile bir Stand By anlaşması imzalaması ekonomiyi rahatlatabilir.
Böyle bir anlaşma devlet tahvillerinin faiz oranını aşağı çeker. Türkiye’nin uluslararası piyasalardan daha düşük faiz oranları ile borçlanmasını sağlar. Döviz akışı ile ilgili sorun da hafifleyeceği için döviz kurlarındaki artış frenlenir. Bu da aramalı ağırlıklı ithalat yapısı olan Türkiye'de enflasyon oranına yavaşlamasına katkı verir.
Unutulmaması gereken ise, anlaşma sonrası IMF, ayakları yere basmayan kamu harcama politikasında vazgeçilmeyi Türkiye’den isteyecek. Uygulanacak olan sıkı para politikası ve enflasyon hedeflemesine dönüş ekonominin yeniden istikrar kazanmasına neden olur. Elbette ki IMF’ye gitme zorunluluğu olmasaydı iyi olurdu, ancak öyle hatalar yapıldı ki başka çare kalmadı.
Okuma Önerisi: Enflasyon Hedeflemesi Kuram ve Türkiye Uygulaması