Döviz rezervlerinin düşüklüğü ekonomileri dış şoklara karşı savunmasız bırakır. Bunu yaşayarak en iyi öğrenen ülkelerden biriyiz. Rezerv belli seviyelerin altına indiğinde ülke not düşüşlerine, dış saldırılara ve sermaye kaçışlarına açık ve davetkâr hale geliyor. Hele bir de o ekonomiler bizimki gibi yüksek dış finansman ihtiyacı içindeyse ve güçlü bir dolarizasyon eğilimi varsa durum daha da zorlaşabiliyor. Bu nedenle bizim gibi ülkelerde rezervlerin seviyesi önemlidir.
Menderes’in Başbakan olduğu 1950’lerden bu yana zaman zaman rezerv sorunları yaşan Türkiye, 2018 sonrasında da ciddi rezerv kaybına uğradı. Aralık ayından bu yana Merkez Bankası’nın para politikasını sıkılaştırması ile rezerv kaybı durdu. Ancak brüt 95 milyar doların üzerinde olan rezervlere rağmen swap ve diğer yükümlülükler dikkate alındığında net rezerv pozisyonu hala negatifte. Bu nedenle şimdi yapılması gereken rezervlerin güçlendirilmesi.
Nitekim Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’da Reuters ile yaptığı söyleşide önümüzdeki dönemde döviz alım ihalelerine başlayacaklarını söylüyor. Merkez bankaları para ve kur politikasını desteklemek; piyasalara güven vermek; kamunun döviz borçlarını vadelerinde ödemek ve gelecekte karşılaşacağı her türlü dış şoka karşı kullanmak için rezerv tutmak zorundalar. Türkiye son haftalarda bu yönde önemli bir fırsat yakaladı. Uluslararası piyasalarda Türkiye risk göstergeleri aşağı gelmeye, sermaye girişi hızlanmaya ve TL değerlenmeye başladı. Hatta bu değerlenme ihracatçılar başta olmak üzere bazı kesimlerde rahatsızlık yaratmaya bile başladı.
Merkez Bankası uzun bir süredir dövizi piyasadan değil, reeskont dönüşleri yoluyla ihracatçıdan alıyor. Reeskont kredileri kullandırıldığı tarihteki kurdan TL karşılığının firmalara ödenmesi suretiyle kullandırılır. Kredilerin vadesinde geri ödeme döviz olarak gerçekleştiğinden TCMB rezervlerine önemli katkı sağlanmaktadır. Yani Banka krediyi TL verip, döviz olarak tahsil eder. Yani bir tür döviz alım işlemi yapar. Reeskont kredileri yoluyla TCMB, döviz rezervine geçen yıl 23 milyar dolar, son beş yılda 88 milyar katkıda bulundu. Üstelik bunu yaparken düşük faizli finansman imkanı da sağlanmış oldu. Bu yıl da bu yolla 21 milyar dolar rezerv gelmesi bekleniyor.
Ancak rezervin güçlendirilmesi için bu alımların ötesine geçip piyasadaki döviz arzının istikrarlı şekilde yükseldiği dönemlerde, kuralları önceden açıklanmış bir plan dâhilinde ve şeffaf yöntemlerle döviz alım ihaleleri düzenlemek gerekiyor. IMF de Türkiye’nin şeffaf bir strateji oluşturarak rezerv birikimine başlamasını tavsiye ediyor. Burada zamanlama çok önemli. Ağbal da “döviz alım ihaleleri konusunda kesinlikle aceleci bir yaklaşım içinde olmayacağımızı ve dalgalı kur rejimi ilkeleri içerisinde hareket edeceğimizi söylemek isterim” diyor.
Banka neyi bekliyor? Gördüğüm kadarıyla beklenen iki koşul var: 1) Sermaye girişlerinin istikrarlı ve güçlü bir hale gelmesi, 2) Yurt içi yerleşiklerin dolarizasyon eğiliminin tersine dönmesi. Son dönemde her iki koşulun sağlanması yönünde de gelişmeler var. TL varlıklara artan ilgi, insanların yastık altına taşıdıkları dövizleri tekrar bankacılık sistemine taşımaları, kısa vadeli yabancı yatırımcı ilgisinde canlanma bu doğrultuda olumlu gelişmeler. Ancak bu eğilimlerin kalıcılığı konusunda kimse emin olamıyor. Bu koşullarda eğer alım ihaleleri başlayacaksa piyasanın ve TL’nin kırılganlığı da göz önünde bulundurularak çok sınırlı miktarlarla başlaması gerektiği açıktır.
Doğru rezerv düzeyi konusunda ise farklı ölçüler var. Bazı merkez bankaları aylık ithalatın belli bir katını tutar. Dış destek olmadan mevcut rezerv ile ülkenin ihtiyacı olan mal ve hizmetleri ne kadar süreyle sağlayabileceğini öngörür. Genelde rezervin en az 3 aylık ithalatı karşılaması istenir. IMF de bunu tavsiye ediyor ama en güvenlisi 6 ay olarak görülüyor. Aylık ithalatımız 18 milyar dolayında. Bu hesaba göre en az 108 milyarlık net döviz tutmamız gerekiyor.
Diğer bir ölçüt ise kısa vadeli dış borçlar. Dış borçlanma imkânının kapanması halinde ülkenin bir yıl içinde vadesi dolacak borçlarının ne kadarını ödeyebileceğini gösterir. Rezervin bir yıl içinde vadesi gelecek olan döviz cinsi borç anapara ve faiz ödemelerini karşılamaya yetecek düzeyde olması istenir. Bu oranın yüksekliği dış şoklar karşısında dayanıklılığı da gösterdiğinden ülke risk primini etkiler. Türkiye’nin gelecek bir yıldaki döviz ihtiyacı 200 milyar doları aşıyor. Bunun bir kısmı kriz dönemlerinde bile sorunsuz yenilenebilen borçlar. Bunlar çıkarıldığında geriye kalan tutar 100 milyarı aşıyor.
Bazı ülkeler rezervin beklenen cari açık ve borç ödemelerini karşılayacak düzeyde olmasına dikkat ediyor. Kısa vadeli borç ödemeleri ile M2 para arzına göre oran belirlemek diğer bir yol. Bu oran “Ekonomi daraldığında, ani bir duruş olduğunda ya da riskten kaçış başladığında ne olacak?” sorusunun cevabıdır. Bakmayın rezerv taşımanın maliyetinden yakınanlara, hangi ölçütü seçerseniz seçin oran ne kadar yüksekse ülkenin piyasalardaki risk algılaması da o kadar iyi olur. Oranlar düştükçe ülkeye dair soru işaretleri artmaya başlar, risk primi yükselir.