Sınır tanımayan yobazlık

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Özlediğim kütüphane

Amerika’daki büyüklü küçüklü  şehirlerin vazgeçilmez iki yapısı vardır: kiliseler ve kütüphaneler.  Kiliselerle işim olmadı ama kütüphanelerini pek sevmiştim. Örneğin, doktora derecemi aldığım Northwestern Üniversitesi’nin bulunduğu Evanston’daki halk kütüphanesi (Public Library) şehrin tam merkezinde idi. Geniş, bol pencereli aydınlık okuma salonu çok hoşuma giderdi. “Özel sopa”lara ( Newspaperstick: Gazetelerin dağılmasını ve kütüphane dışına kolayca  çıkarılmasını engelleyen düzenek; https://newspaperstick.eu/history-of-the-newspaper-stick ) geçirilmiş günlük gazeteleri rahat koltuklarda okumak büyük zevkti.  O zaman daha internet yoktu; Hz Google (!) İle henüz tanışmamıştık. Onun yerine “Kütüphaneci” dediğimiz ilk yardım birlikleri vardı. Yardım için adeta aportta beklerlerdi.  “Gelin, sorun, bulalım da siz de rahat edin biz de” der gibi heyecanla beklerlerdi. Diyelim ki bir kitap aradınız, bulamadınız; gittiniz yardım istediniz. Siftah yapmamış esnafın ilk müşterisini karşılamasındaki heyacanla karşılarlardı sizi.  Sanki “İşte bana bununla gelin, böyle gelin” der gibiydiler.  Hemen size yardımcı olurlardı.  Eğer aradığınız kitap o kütüphanede yoksa başka kütüphanelerden getirmeye kalkarlardı. Bir keresinde baktım insanlar kütüphaneye torbalar dolusu kitap getirip götürüyor. Amerikan vatandaşı olmadığım için korka korka sormuştum:  “Ben de eve kitap alabilir miyim?”. Kütüphaneci kadın “Yoksa sizin kütüphane kartınız yok mu?” demişti hayretle. Sesindeki ton sanki “Yoksa sizin kanınızda alyuvar yok mu?” diye soruyor gibiydi. “Yok” dedim utana utana. “ Hemen verelim” dedi. Üniversite kimlik kartımı gösterdim, adresimi verdim. İki gün içinde kütüphane kartımı evdeki posta kutusunda bulmuştum.O kütüphaneden roman türü kitaplar alırdım. Fırsat buldukça da sırf o okuma salonunda oturmak ve gazete okumak için giderdim. Gerçi internet sayesinde artık her yer, her ağaç altı bir kütüphane; ama ben Evanston Public Library’nin okuma salonunda oturmayı özlüyorum.

Kitap yasakları

Şimdi kütüphane konusu nerden aklınıza geldi diyenler olabilir; söyleyeyim. Amerikan Kütüphane Birliği (ALA-American Library Association) “Kütüphane Haftası”nda bir rapor yayınlamış; ilgimi çekti. Rapor, kitap sansürleme ile ilgili. Bu rapora  göre 2022 yılında ABD‘de kütüphanelerden yasaklanması istenen yayınların sayısı 2571 olmuş; 2021 yılına göre %38’lik bir artış görülmüş. Kitap sansürleme girişim sayısı 2022 yılında1269 imiş. Bu sayı 2021 yılına göre hemen hemen ikiye katlanmış .  Bu isteklerin %59’u okul kütüphaneleri  ve %41’i de halk kütüphaneleri için yapılmış. Kütüphanelerden kaldırılması istenen kitaplar için  ortak dürtü, ayrımcılık. Bunda da iki tür görülüyor. Birisi ırk ayrımcılığına  diğeri ise cinsel tercih ayrımcılığına dayanıyor. Kütüphane Birliği, raporunda şöyle diyor “Hangi kitabı okuyacağına bir yetişkinin kendisi, bir çocuğun hangi kitabı okuyacağına da velisi karar vermelidir”

Bu tip sansür girişimleri A.B.D.’de organize gruplar tarafından yapılıyormuş. Bu gruplar da özellikle Cumhuriyetçi  muhafazakâr seçmenlerin çoğunlukta olduğu  Florida ve Texas gibi eyaletlerde yaygınmış. Buna karşılık  kitap yasaklarına karşı savaşan gruplar da varmış. Hatta gruplar ötesinde bir vali, Illinois Eyaleti’nin Demokrat  Valisi J.B. Pritzker ,   kitap yasaklamaya karşı bu yıl bir yasa bile geçirmiş. Yasa,  1 Ocak 2024 tarihinde yürürlüğe girecekmiş. Bu yasaya göre halk kütüphaneleri devletten ödenek alabilmeleri için ALA’nın “Kütüphane Hakları Beyannamesi’ndeki  (Library Bill of Rights) ilkeleri benimsemiş olmaları gerekiyor. Bir ilke şunu ifade ediyor:  “Hiç bir materyal kütüphaneye partizan ya da  dogmatik amaçlarla sokulamaz ya da kaldırılamaz.” Vali Pritzker şöyle demiş: “Biz Illinois’de gerçekleri saklamayız, onları kucaklarız. Genç insanlar dünyanın gerçeklerini öğrenmekten alıkonmamalıdır. Onların kritik düşünce yapısına sahip olmalarını, aykırı fikirlerle yüzleşmelerini istiyoruz.”

Yorum

Ne kadar acı değil mi? Yirmi birinci yüzyıldayız, ama hâlâ Orta Çağ karanlığı ile, yasaklarla  savaşmak zorunda kalıyoruz. Bu yasaklanan, yerine göre kitap, film, tiyatro, TV programı,  konser, basın açıklaması, yürüyüş , ya da bir haber olabiliyor. Başka bir deyişle, ilkelliğin ve kaba kuvvetin erişebildiği, içinde düşüncenin olduğu her şey yasaklanabiliyor.

Dördüncü sanayi devrimini yaşıyoruz, teknolojik gelişmeler hız kesmiyor. Dijital teknolojilerdeki gelişmelerle iletişim, bilim kurgu filmlerinde  bile görmeyi hayal edemiyeceğimiz bir düzeye gelmiş. Ama bağnazlığın kökü kurumuyor. Üstelik  bu teknolojiyi kullanarak yayılmaya çalışıyor, uygarlığın değişik boyutlarına sızıyor,  metastaz  yapıyor.

Bağnazlığın önü kesilemiyor. Yobazlık sınır tanımıyor; her ülkede var. Yeri geldiğinde Afganistan’ın Taliban’ı çok sıkı eleştiriliyor, ama bakıyorsunuz Amerika’da da değişik kılıkta karşınıza çıkıyor. Yobazlık boyut tanımıyor; her eğitim seviyesinde var. Yeri geldiğinde “Okumamış, cahil” diye insanları eleştiriyoruz; ama televizyon ekranlarında arz-ı endam eden profesör kılıklı kişilerin yobazlığına da tanık oluyoruz. Yobazlık, tek bir siyasal görüşe de sığmıyor; her siyasal görüş içinde de kendine özgü bir yobazlık var.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü “yobaz” sıfatını şöyle tanımlıyor:    1-Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse).2-Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse). Yobaz düşünce tarzı, kendi inancı dışında bir tarza izin vermiyor, saygı göstermiyor. Örneğin, dinci yobaz ateisti hoş görmüyor, ona yaşama hakkı tanımıyor. Ateist yobaz ise dindara saygı göstermiyor, ona yaşama hakkı tanımıyor. Halbuki gelişmenin mayasında hoşgörü var, çeşitlilik var. Bir ormanın ekolojik dengesine bakın; bitki ve hayvan her tür canlı nasıl bir ahenk içinde yaşıyor.

Kütüphanelerin ve zihinlerin orman ekolojisindeki çeşitliliğe açık olması dileğiyle..

Tüm yazılarını göster