Ramazan, günlük gaile yüzünden ihmal ettiğimiz veya unutabildiğimiz hasletleri gündeme getirmesi açısından özel bir öneme sahiptir. Yardımlaşma kurumu, zaten içimizde var olan bu özelliğimizi hatırlamamızı sağlar, toplumun çimentosunu güçlendirir.
Birlikte var olmanın nimetlerini sunar. Tek başına yapamayacağımız işler için yeteneklerimizi birleştirmeyi söyler. Enerjimizi odaklamak, kabiliyetlerimizi paylaşmak ve daha da önemlisi biriktirdiklerimize değil, paylaştıklarımıza sahip olabildiğimizi ilham eder.
Bu sayede yoksul korunmuş olur. Gelir dağılımına olumlu katkı verir. Zengin- fakir uçurumunu kapatır. Toplumu zehirleyen kin, husumet, kötü huy ve başkasının malına göz koymak gibi sosyal afetleri azaltır. İnancımız; “komşun aç iken tok uyumamalısın” kaidesini bu yüzden zikreder.
Oruç, aç olanın halinden tok olanı da haberdar eder. Bugün donatılan sofraların abartılmaması gerektiğini söyler. Aç karnına yatağa girmek zorunda kalan yüzbinlerce çocuğun, uzaklarda değil, sığınmacı kamplarında, burnumuzun ta dibinde olduğunu haykırır.
Şirketlerimiz, yardımlaşmanın önemini bu süreçte çifte uyarı ile görüyor. Birincisi, Ramazanın bereketlerinden olan bir tutumdur. Zorda olana yardım etmek, aslında kendine yardım etmenin en verimli yolu… İkincisi de korona sebebiyle duran işler yüzünden rakibimizi de var etmemiz gerektiğidir.
BİR ELİN NESİ VAR İKİ ELİN SESİ VAR
Bu, naif benzetme kadar yardımlaşmayı görünür kılan başka bir özlü söz yoktur. Bir el ötekine yardım edince, imkânsız dahi mümkün olur. Yeter ki iki el, birbiriyle işbirliği yapsın, düşmanlık değil…
Ait olduğumuz toplumla yardımlaşma halkasına; kendi aile çevremiz, komşular, gönül verdiğimiz sivil toplum örgütleri ve kamu da dâhildir. Ancak dayanışma ile iri ve diri olabiliyoruz zaten…