Şimdi değilse ne zaman?

Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Türkiye’nin içinde debelendiği çukurdan çıkabilmesi için ilk koşulun “artık kazmayı bırakmak” olduğunu söylemiştim. Hatırlayın Birinci Çukur Kanunu’nu. Sonra İkinci Çukur Kanunu ne diyordu? “Artık kazmayı bırakmış olmanız, bir çukurda olduğunuz gerçeğini değiştirmez”.

Geçen Cuma piyasalar kapandıktan sonra Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) belli bir büyüklüğü aşan yabancı para mevduatı olan şirketlerin krediye erişimini yasaklayan bir karar açıkladı. Bu kararla Türkiye’nin hala hokkabazlıkla durumu idare edebileceğine dair inancın yönetimde güçlü olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Nedir? Hala hevesle kazmaya devam ediyorlar. Peki, bu tedbir bir işe yarar mı? Hayır. Ne olur? Çukur daha da derinleşir, durumun vahameti daha da artar. Kötü işte.

Türkiye’nin artık yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. Hep birlikte geleceğe odaklanmamızı sağlayacak bir tür yeniden güçlü ekonomiye geçiş programı aslında. Daha önce yapmıştık, yine yaparız. Bunun için ne Suudi parasına ne de IMF’ye ihtiyacımız var doğrusu benim gördüğüm.

Dünya Bankası’nın geçenlerde Ankara’da bir toplantıyla açıkladığı “Türkiye: Ülke İklim ve Kalkınma Raporu” (Country Climate and Development Report-CCDR) önümüzdeki fırsatı çok güzel anlatıyor. Raporda benim ilgimi en çok Türkiye’nin yeşil sanayi ürünleri üretebilme kabiliyetinin genişliği çekti. Türkiye, Yeşil Kompleksite Potansiyeli Endeksinde 195 ülke arasında 6. (yazıyla, altıncı) sırada yer alıyor. Bu nedir? Fırsattır. Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünü kalıcı bir biçimde artırabilme fırsatı. “Şimdi değilse ne zaman” dediğim işte tam da bu.

Türkiye önüne gelen bu açık ve yakın fırsatı bir an önce kullanmak için bugün harekete geçmezse başkaları kullanır, biz yine yaya kalırız. Malum fırsatların kazası olmaz. Türkiye’nin bugün en önemli beka meselesi budur bana sorarsanız.

Bunun yanında kurdaki istikrarsızlıktan büyüyen cari işlemler açığına, artan enflasyondan ülkedeki mülteci nüfusuna bugün sizi rahatsız eden, aklınıza gelebilecek her olumsuzluk teferruattır. İşin başı güçlü ekonomi, kalanı ayrıntıdır. Esas mesele dışında bugün kafamızı meşgul eden olumsuzlukların hepsini aslında üç ayda hal yoluna koymak mümkün esasen. Neden şimdi düzeltmiyorlar? Bilmem. Çukur kazmayı seviyorlar zahir.

Bugün ortadaki yeşil kalkınma fırsatını, Türkiye’nin görünen potansiyelini anlatayım. Teferruata sonra geliriz. Şimdi değilse ne zaman? Biz değilse kim?

Fırsatların kazası olmaz

Dünya Bankası’nın CCDR raporunda en çok dikkatimi çeken husus Yeşil Kompleksite Endeksi oldu. Tabi bu noktada işin “yeşil” boyutuna girmeden önce ekonomik kompleksite kavramını biraz detaylandırmak istiyorum. Bu kavram, ekonominizin ne derece üretken olduğunu ve farklı kabiliyetlerde üretim yapabildiğini gösteren en önemli göstergelerinden birisi aslında.

Ürettiğiniz ürünlerin çeşitliliği arttıkça, beceri setiniz ve üretken kabiliyetleriniz de artıyor. Böyle bakıldığında ülkeler ikiye ayrılıyor; yalnızca herkesin üretebildiği harcıâlem ürünleri üretebilenler ile yalnızca kendine özgü ürünleri üretme kabiliyetine sahip olanlar. Dünyada kendine özgü ürünleri üretme kabiliyetine sahip olan ülkelerse,  harcıâlem ürünleri üretenlere göre daha zengin oluyorlar. Peki, kısıt nedir? Ülkelerin beceri seti.

Ama ülkenin küresel rekabet gücünün göstergesi olan bu beceri seti zaman içerisinde gelişebiliyor. Nedir? İlk gruptaki ülkeler zaman içerisinde daha zengin ülkelerin ürün yelpazesindeki ürünleri de üretmeye başlayabiliyor. Temelde bu analizi ülkelerin ihracat sepetlerinde yer alan ürünlerle yapmak mümkün.. Yani ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüklerini ve gelecek dönem potansiyellerini belirlemek için ihracat sepetine bakılırken, ülke içi yerel kalkınma dinamiklerini değerlendirmek için işgücünün sektörlere göre ülke sathında dağılımı da analiz ediliyor.

Türkiye, Ekonomik Kompleksite Endeksi’nde 231 ülke arasında 85’inci sırada yer alıyor. Doğrusu yerimiz pek parlak sayılmaz. Sıralamada yerimizi iyileştirdiğimiz iki dönem görüyorum ben. İlki 1980’li yıllar. Türkiye’nin dışa açıldığı dönem. İkincisi de 2000’li yılların başındaki Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci. Her iki dönemin ortak özelliği açık sanırım: Türkiye, devleti şeffaflıkla terbiye ettiği dönemlerde uluslararası rekabet gücünü artıracak sıçramayı kolaylıkla yapıyor. Şeffaflık gidince, Türkiye patinaj yapmaya başlıyor. Benim gördüğüm bu.

Neyse asıl mesele şu: Türkiye 231 ülke arasında ekonomik kompleksite indeksinde 85’inci sırada yer alıyor. Hâlbuki ülkenin çevreye duyarlı, iklim değişikliği gündemi ile uyumlu rekabet gücünü gösteren, Yeşil Kompleksite Endeksi’ndeTürkiye 195 ülke arasında 30’uncu sırada yer alıyor. Nedir? İyidir.

Burada analiz Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü (APEC) ve OECD’nin belirlediği yeşil ürün standartları dikkate alınarak tasarlanmış. Şimdi buna AB nezdinde yapılan ürün standardı çalışmalarının sonuçlarını da ekleyebilmek mümkün. Bakın artık yeşil kalkınma sürecinin ayrıntılı bir biçimde planlanabilmesi, yeşil sanayi politikasına somut bir biçimde yön verebilecek bir metodolojik yaklaşım ortaya çıkıyor.  Çok önemli.

Buradan bir adım daha atabilmek mümkün: Her ülkenin mevcut beceri seti sıçrayabileceği yeni ürünleri dikkate alan bir Yeşil Kompleksite Potansiyeli Endeksi de türetebilmek mümkün. Bu nedir? Ülkenin mevcut üretim kabiliyetleri, küresel rekabette sıçrama yapabilecek yeşil ürünlerin üretimine odaklanacak biçimde geliştirilebilir. Eğer ilgili ülkede bu yeni ürün sepeti için gerekli doğru düzenlemeler yapılıyorsa, yöneticiler ortadaki fırsatın farkındaysa, çukur kazarak vaziyeti idare etmiyor ve işlerini doğru dürüst yapıyorlarsa elbette. Türkiye’nin Yeşil Kompleksite Potansiyeli Endeksi’nde yeri önemli: 195 ülke arasında 6ıncı sıradayız. Bu potansiyel bize yeşil ürünlere odaklanan akıllı bir politika tasarımıyla, Güney Kore, ABD ve hatta Japonya ile pazarda rekabet şansı da sunuyor. İşte fırsat işte memleket. Memleketin esas beka sorunu dediğim işte bu.

Makine sektörü Türkiye’nin şansıdır

Nedir bu yeşil ürünler? Doğrusu sensörlerden fotometrelere bir dizi ürün yer alıyor listede. Türkiye’nin elektrikli vasıta için gereken bir dizi ürünü üretebilme potansiyeli var. Yine aynı şekilde rüzgâr santrallerinin bazı parçalarının da burada üretilebilmesi mümkün CCDR’a göre. Türkiye aslında bölgenin önemli bir sanayi mamulleri üretim merkezi aslında. Sorun nerede? Sıçrayıp sıçrayamayacağında. Hemen şimdi. Yarın bir ara değil, bugün.  

Peki, nasıl oluyor da oluyor? TEPAV’da yapılan çalışmalar Türkiye’nin Yeşil Kompleksite Endeksindeki yerinin hangi illerimizden kaynaklandığını gösteriyor. Bütün iller değil bazıları. Peki, hangileri? Şimdilik bakıldığında bir düzenlilik gözlemleniyor: Makine sektörünün var olduğu illerimiz, Yeşil Kompleksite Endeksinde Türkiye’yi otuzuncu sıraya taşıyor. İşte bu iller aynı zamanda potansiyelimizin altıncı sıraya da yükselmesinin sebebi. İlde makine sektörünün temsilcileri varsa, o ilde sanayinin bir üst seviyeye sıçrama kabiliyeti var demek değil mi zaten? Öyle. İllere sonra geleceğim, yazıyı şimdi uzatıp konudan sapmayayım.

Peki, bu nasıl bir fırsat?

Neden yeşil kalkınma devrimi için gereken sıçramayı bir an önce yapmalıyız? Hem de hemen şimdi. Benim aklıma üç neden geliyor. Birincisi, ilk sanayi devrimini kaçırmak bize sonunda bir imparatorluğa mal olmuştu, bu son sanayi devrimini kaçırmamakta fayda. Türkiye’nin önüne uluslararası rekabet gücünü artırabilmek için bir imkân çıktı yeşil kalkınma devrimi ile.

İkincisi, içinde bulunduğumuz çukurdan çıkmak için geleceğe odaklanmış, güçlü ekonomiyi hedefleyen, hepimizi heyecanlandıracak bir program odağına zaten ihtiyacımız var. Ülkenin rekabet gücünü artıracak, devleti yeniden şeffaflıkla terbiye edecek bir imkân önümüzdeki. Olmazsa olmaz.

Üçüncüsü, Türkiye şekillenmekte olan yeşil ürünler pazarında kendine özgü malları da üretebilecek bir imalat sanayi altyapısına sahip. İyi durumdayız. Avantajlı konumumuzu doğru kullanmak memleketin esas beka meselesi işte. Bugün kullanmazsak bu avantajı yarın akıllı sanayi politikasına odaklanmış başkaları bizi geçebilir. Fırsatlar Cuma namazına benzer kazası olmaz dediğim işte bu.

İster Fuzuli gibi “Dert var, hemdert yok, düşman kavi, tali(h) zebun” (Dert çok, Derdi paylaşan yok, Düşman güçlü, Talih esir) deyin, ister Nazım Hikmet gibi “Dert çok, hemdert yok/Yüreklerin kulakları sağır/Hava kurşun gibi ağır” diye söyleyin, biliyorum içinde bulunduğumuz şartlar ilk bakışta pek parlak durmuyor. Ama Cumhuriyetimiz 100 yaşına ererken, ortada hala güçlü bir iktisadi potansiyel ve yepyeni bir fırsat var: Türkiye’nin yüksek yeşil rekabet gücü ihtimali ve şekillenmekte olan yeşil kalkınma devrimi. Sanmayın ki Rusya Ukrayna savaşı bu hakikati değiştirecek. Hayır. Asla.

Çukurdan çıkmak için ihtiyacımız olan yeni hikâye ortada. Artık kazmayı bırakın da, bir an önce, işe odaklanalım. Yoksa çok geç olacak.

Tüm yazılarını göster