Dünya, sadece ekonomik büyümeye odaklanan mevcut kalkınma modelinin yetersizlikleriyle karşı karşıya. Oysa, peşinde olmamız gereken sadece ekonomik büyüme değil, sosyal ve toplumsal gelişimle birlikte çevresel konularla da ilgilenen sürdürülebilir kalkınma olmalı.
Sürdürülebilir kalkınma için, mevcut ekonomik modelde bir paradigma değişikliği gerekiyor. Bu paradigma değişiminin merkezinde ise döngüsel ekonomi, sıfır atıklı üretim, yerel üreticilerin desteklenmesi gibi son derece kritik konular bulunuyor.
Döngüsel ekonomi, atıkları değerli bir kaynak olarak görerek üretim süreçlerini yeniden şekillendirirken, yerel üreticilerin desteklenmesi hem ekonomik hem de kültürel sürdürülebilirliği teşvik eden stratejik bir adım olarak karşımıza çıkıyor.
McKinsey’in bir raporuna göre, döngüsel ekonomi uygulamaları küresel ekonomi için 2030 yılına kadar 4,5 trilyon dolarlık bir ekonomik değer yaratma potansiyeline sahip. Bu potansiyel; ancak kaynakların yeniden değerlendirilmesi, enerji ve su tüketiminin optimize edilmesi gibi somut süreçlerle gerçeğe dönebilir.
Sıfır atıklı üretim
Sıfır atık yaklaşımı, döngüsel ekonominin temel ilkelerinden biri. Buna göre, üretim süreçlerinde kullanılan malzemeler ya yeniden kullanılır ya geri dönüştürülür ya da başka bir şekilde yeniden değerlendirilebilir hale getirilir. Bu yaklaşım, sadece çevresel duyarlılığı değil, aynı zamanda büyük bir ekonomik değeri ifade eder.
Sıfır atık politikası ile hammadde kullanımının optimize edilmesi, enerji ve su tüketiminin azaltılması ve ürünlerin daha tasarım aşamasından itibaren geri dönüşümü kolaylaştıran bir yapıya sahip olması sağlanır.
Yerel üretim ve kültürel sürdürülebilirlik
Yerel üretimin desteklenmesi, sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel boyutlarını içeren son derece önemli bir stratejik yaklaşım.
Burada birçok kazan-kazan ilişkisi mevcut. Yerel üretimle çalışan sistemler, tedarik zincirinin daha kısa olmasını sağlar; bu da nakliye sırasında oluşan karbon ayak izini azaltır. Ayrıca, yerel üreticilerin desteklenmesi, bölgesel ekonominin güçlenmesine ve tarımın, sanayinin ya da el sanatlarının sürdürülebilir bir şekilde devam etmesine olanak tanır.
Yerel üretim, aynı zamanda kültürel sürdürülebilirliği de teşvik eder. Kültürel sürdürülebilirlik, bir toplumun geleneklerinin, yaşam ve üretim biçimlerinin sürdürülebilir bir şekilde devam etmesini hedefler. Böylece, o bölgenin coğrafyasına, iklimine ve kültürel dokusuna özgü ürünlerin korunması sağlanır.
Örneğin, geleneksel yöntemlerle üretilen bir zeytinyağı ya da yerel bağcılıkla üretilen bir şarap, sadece bir ürün değil; o bölgenin kültürel mirasının da bir parçasıdır. Bu tür ürünler, yerel toplulukların kimliğini ve tarihini koruyarak, kültürel sürdürülebilirliği sağlamakta önemli bir rol oynar.
Alaşehir’de sürdürülebilir üretim
Türkiye'de bahsettiğimiz bu üretim modeliyle öne çıkan pek çok iyi örnek var. Geçtiğimiz günlerde bunlardan birini ziyaret etme fırsatı buldum. Mey Diageo'nun Alaşehir’deki tesisinde, coğrafi işarete sahip geleneksel rakı üretiminde sıfır atık politikası uygulanıyor. Üretim sırasında ortaya çıkan tüm atıklar geri dönüştürülüyor veya son aşamada enerji üretmek için kullanılıyor.
Alaşehir’deki üretim, yerel üreticilerle sürdürülen iş birliği ile yerel bağlardan elde edilen üzümlerle ve yine ülkenin farklı bölgelerinde yetiştirilen anason bitkisiyle yapılıyor.
Tohumdan başlayarak, fabrikadaki üretim süreçlerine uzanan bu döngü, çevreye olan duyarlılığı ve kültürel mirası koruma amacını bir arada barındıran örnek bir model sunuyor.
Sonuç;
Döngüsel ekonomi, sıfır atıklı üretim ve yerel üreticilerin desteklenmesi, sadece çevresel sorunlara çözüm sunmakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik dayanıklılık ve toplumsal sürdürülebilirlik açısından da yeni bir paradigma oluşturuyor.
Bu modellerin yaygınlaştırılması, doğal kaynakların korunmasından ekonomik refaha kadar geniş bir yelpazede derin etkiler yaratma potansiyeline sahip. Özellikle yerel üreticilerle sürdürülen iş birlikleri, bölgesel kalkınmayı hızlandırırken, tarımsal verimliliği artırarak yerel ekonomileri güçlendirme potansiyeli taşıyor. Üstelik, bu iş birlikleri, kültürel mirasın korunmasına katkıda bulunarak, geleneksel üretim yöntemlerinin modern dünyayla uyum içinde devamını sağlıyor.
Sürdürülebilir kalkınma paradigması, yalnızca bugünün ihtiyaçlarına yanıt vermekle sınırlı kalmıyor; geleceğin toplumlarına, ekosistemlerine ve ekonomilerine de sürdürülebilir bir temel hazırlıyor.