Sıcak paracılara kızmayın onlara muhtaç hale gelmemize kızın

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Malum son yıllardaki yüksek oynaklık sonrası sıcak paracının içine kurt düştü. Döviz fiyatının ne kadar artacağı belli değil ama onlar emin olmak istiyorlar. Dün görüşlerine çok değer verdiğim bir dostumun “Sıcak paracılar düdük çalıyorlar” başlıklı makalesini okudum. Bizim Alaattin Aktaş’ın “Döviz artışı düşük olacak korusu niye hareket geçti?” başlıklı yazısına dikkat çekerek başlıyor. Sevgili Alaattin cuma günkü yazısında “sıcak paracıların” isteklerine dikkat çekmişti. Ben sıcak paracılara biraz haksızlık yapıldığını düşünüyorum.

Arkadaşım, “Dünyanın en büyük bankalarından birisinin, geçen hafta yayınlanan TL’ye ilişkin raporunda bunun güzel bir örneği var. Türkiye’ye döviz getirmek için uyarılarda bulunmuşlar. İlk istekleri “cary trade”in desteklenmesi” diyor. Sonra da “carry trade” ne demek onu açıklıyor: “Cary trade herhangi bir düşük faize sahip para biriminden borçlanarak bu parayı, yüksek faiz getiren başka bir para birimine yatırarak elde edilen kazançtır.” Örneğin yüzde 4-5’lerden dolar, euro borçlanıp, parayı yüzde 30-40’lı faiz elde edilebilen TL’ye yatırmak gibi.”

Sonra da diğer istekleri sıralamış, mesela negatif reel faiz olmaması ve makro sinyallerin iyi izlenerek gerekli önlemlerin zamanında alınması ve böylelikle, cari açık ve diğer etkenlerle döviz talebinin sınırlanması.

- Adı üzerinde kısa vadeli yatırımcı

İster sıcak paracı ister soğuk paracı, isterse ılık paracı olsun fark etmez, yabancı parasını bir ülkeye o ülkenin karakaşı, kara gözü hatırına getirmez. Bizdeki yurtsever duyguları onlardan beklemek saflık olur. Odaklandıkları tek şey getiridir. Yüksek getiri ararlar. Parasını borç verirken ya da şirket hissesi ve emlak gibi bir varlık alırken amacı kendi ülkesinde kazanamadığı parayı kazanmaktır. Buna ister faiz lobisi ister yabancı yatırımcı, isterse sıcak para lobisi deyin fark etmez, asırlardır bu piyasalarda kural budur.

Kısa vadeli sermaye adı üzerinde kısa vadelidir; sıcak paradır. Yüksek getiriye gelir. En ufak bir olumsuzlukta ürküp kaçabilir. Yatırım ufku çok uzun değildir, yüksek getiriyi elde ettiğinde “kâr realizasyonu”na gidebilir; kazandığını cebine atıp çıkabilir. Kısacası güvenilmezdir.

Yabancıyı sadece faiz cezbetmez. Dövizdeki istikrara da bakar. Çünkü döviz fiyatının artışı, yabancının riskini büyütür. Yani yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelirken kur riski üstlenir. Kendi ülkesinde faizler yüzde 3-4 civarındayken Türk lirası tahvillerin yüzde 40’lardaki getirisinden faydalanmak için parasını getirir; mevcut kurdan TL’ye döner ve bizim yüksek getirili tahvile yatırır. Çıkma zamanı geldiğinde, yani tahvil satıp kendi parasına döneceği zaman TL çok değer kaybetmemişse ciddi karlar elde eder. Ama bu sürede TL çok değer kaybetmişse kendi parasına döndüğünde karı ya çok az olur ya da zarar yazar. Yani yüksek getiri uğruna katlandığı risk kur riskidir.

- Sorun onlarda değil bizde

Eğer piyasalarınızı yabancıya açmış ve kambiyo rejimini buna müsait hale getirmişseniz, “faiz lobisi”nin çabalarını, faiz artırma isteklerini normal kabul edeceksiniz. Olan bitenden rahatsız olursanız, o zaman serbest döviz rejimini değiştireceksiniz. Burada sorun yabancının tavrında değildir. Sıcak paracı sıcak paracı gibi davranmaktadır. Konuyu duygusal alan bizleriz. Burada sorun bizim sıcak paracıya muhtaç hale gelmemizdir.

Türkiye özellikle 2002 ve 2014 yılları arasında dışarıdan yüklü miktarda kaynak çekti. Bu dönemde bir kısmı doğrudan yabancı sermaye yatırımları olmak üzere milyarlarca dolarlık kısa ve uzun vadeli sermaye Türkiye ekonomisine aktı. Bu kaynakların büyük bir bölümünün kısa vadeli olması bizi rahatsız etmişti. Çünkü biliyorduk ki; bu girişlerin bazı ciddi yan etkileri vardı. Ve bu etkileri önemli ölçüde yaşadık.

Ancak bir de meselenin diğer bir boyutu var...

2002 sonrası yaşanan yoğun sermaye hareketleri ve sıcak para girişi sayesinde Türkiye, normalde sahip olamayacağı bir refahı yaşadı. Bizler bu ülkenin yerleşikleri olarak yerleşik olmayanların paraları sayesinde normalde sahip olamayacağımız arabalara bindik; çıkamayacağız tatillere çıktı. Alışık olmadığımız markalara alıştık. Giyinmemiz, kuşanmamız, yememiz, içmemiz değişti.

TL değerli para olunca yabancı para ile borçlanmak daha ucuza geldi. Hayatında Japon yeni görmeyenler yen borçlandı. İş dünyası normalde finanse edemeyeceği yatırımları yaptı, kapasitesini artırdı. Gelen bu paralar sayesinde Türkiye ekonomisi canlandı; çok uzun bir süre aralıksız ve makul hızlarda büyüdü. Bu paraların katkısıyla 2001 yılında 197 milyar dolar olan gayrisafi yurtiçi hasıla 2013’te 950 milyara ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 3,000 dolardan 12 bin 500 dolara sıçradı.

- Sorun dış kaynak bağımlılığımızdır

Bizim sorunumuz tasarruf açığımızın bulunmasıdır; ekonomimizin dış kaynak bağımlılığıdır, ithalat yapamadan üretim ve ihracat yapmamamızdır. Ekonominin ve siyasetçinin ihtiyaç duyduğu yüksek oranlı büyümeyi finanse edecek kaynakları iç tasarruflarımızla sağlayamayınca başkalarının tasarruflarına muhtaç kalıyoruz. Dış kaynak girişinin alternatifi ya iç tasarrufların arttırılması ya da daha düşük bir büyümeye razı olunmasıdır. Üçüncü bir yol ise içeride merkez bankası parasına daha fazla başvurmaktır. Biz bunu da yaptık ama enflasyonu patlattığımızla kaldık; makroekonomik istikrarı bozduk.

Arkadaşım makalesinde “Parayı veren düdüğü çalar misali, düdüklerini öttürüyorlar” diyor. Sorun onların düdük öttürmeleri değil ekonomimizin onlara muhtaç hale getirilmesidir. Dolayısıyla aynaya bakıp çözümü kendimizde aramalıyız. Çünkü an itibariyle, Abdurrahman Yıldırım’ın dediği gibi “Sıcak para gerekli ama yeterli değil. Bize sıcak, soğuk, ılık hatta donuk para ne varsa bize para lazım, kaynak lazım, dış kaynak lazım.”

Tüm yazılarını göster