Gazetemizin internet sayfasında dün öğle saatlerinde okuduğum haberin başlığı çok hoştu: “Seyreltilmiş vergi paketi Meclis'e sunuldu: En düşük emekli maaşı 12 bin 500 TL.” O kadar çok şey anlatıyor ki. ‘Seyreltme’ işleminin teknik olarak nasıl yapıldığını öğrenmek için internete başvurduğunuzda, çok kısa bir gezinti sonucunda karşınıza hemen “genellikle su eklenerek” yapıldığı çıkıyor. Bitki örtüsünün seyreltilmesi ya da değişik kimyasallar kullanılması falan da var ama seyreltmenin genellikle su eklenerek yapılması meramım açısından çok uygun. Zaten internetteki kaynaklar bu nedenle seyreltmenin ‘sulandırma’ olarak da adlandırıldığını vurguluyorlar.
Kimlerden vergi alınacağı ya da alınmayacağı elbette siyasi bir tercih. Ekonomide bozulan dengeleri düzeltmek için bir makro iktisatçı -yüksekse- bütçe açığını düşürücü önlemler önerir. Bunların önemli bir kısmı vergi düzenlemeleridir. Gelir dağılımı açısından da hangi kesimlere ağırlık verilmesi gerektiğini belirtebilir. Bu önerilere ne ölçüde uyulacağı siyasetçinin işidir. Vergi paketinin sulandırılması öyle anlaşılıyor ki önceden basına sızdırılan pakete özellikle iş insanlarından ve yüksek gelir gruplarından gelen tepki ile çok yakından alakalı.
Vergi paketi sulandırılınca, dönüp harcamalara bakılıyor: Acaba daha fazla nasıl kısabiliriz? Kabak dar gelirlinin başına patlayabiliyor. Bu sefer de anlaşılan öyle olacak. Henüz tasarı yasalaşmadı ama yasa önerisinde en düşük emekli maaşı 12 bin 500 TL. Benzeri bir yaklaşımı asgari ücrette de gördük. Nisan’da açlık sınırının altına düşmüştü asgari ücret. Temmuz’da artırılmadı. Aralık 2024’e gelindiğinde -arada artırılmazsa- açlık sınırı ile arasındaki fark iyice açılacak.
Farklı alanlardaki gelişmeler Türkiye’nin bir rol ayrımında olduğunu gösteriyor. Ücret konusu da öyle. Bu ülke, çalışanların önemli bir kısmına açlık sınırın altında ya da az üstünde ücret veren bir ülke mi olacak yoksa emeğinin karşılığını alan mutlu inanların yaşadığı bir ülke mi? Meali düşük ücret teklif ediyoruz olan ama dillendirilirken “çalıştıracak işçi bulamıyoruz” biçimini alan şikayetlerin sık sık işitildiği bir ülke mi olacak yoksa insanca yaşanacak koşullarda ücret alınan bir ülke mi?
Sadece faiz ve vergi önlemleri ile karşı karşıya olduğumuz yol ayrımında doğru yolu seçmemiz, biz seçmek istesek bile o yola girmemiz mümkün değil. Açlık sınırının altındaki asgari ücretin artışından korkan şirketler açık ki verimli çalışmayan şirketler. Verimliliği artırmak için neler yapacağız? Salı günü açıklanan üniversite seçme sınavı sonuçlarının bir kez daha ortaya çıkardığı derin eğitim sorununu nasıl çözeceğiz? Çoğaltılabilir sorular ama gerek yok. Biz yine dönüp dolaşıp yüksek enflasyon liginde dünya altıncısı olmaktan nasıl kurtulacağız ona bakalım. Verimlilik ve eğitim ya da hukuk sistemindeki büyük sorunların çözümü bir başka bahara kalsın.