Araya zaman girdi ama o zamanlar başbakanın (sonra cumhurbaşkanı) başdanışmanı, şimdiki MİT Başkanı “şerefli yalnızlık”diye bir kavram icat etmişti. Atıfta bulunduğu durum Türkiye’nin izlediği dış siyasetin diğer ülkeler tarafından beğenilmemesi sonucunda ülkenin uluslararası alanda yalnızlığa itilmesiydi. Kalın’a göre izlenen siyaset diğer ülkelere kıyasla ahlaken üstündü. Kavram bir süre ortalıkta dolaştı ama yeterince benimsenmeyince, kullanımdan kalktı. Bilindiği gibi, uluslararası siyasette her ülke diğerlerinin uğradığı kayıplara bakmaksızın kazançlarını azami kılmaya gayret eder, bunu yaparken, yaptıklarının tamamen ahlaka uygun olduğunu savunmanın bir yolunu bulur. Dolayısıyla, izlediğiniz siyasetin ahlaki bakımdan üstün olduğunu savunmak pek inandırıcı bir yöntem değildir, sadece sizi diğerlerinden uzaklaştırmaya yarar. Eğer izlediğiniz siyaset sizi yalnızlığa sürüklemişse, yapmanız gereken izlediğiniz siyaseti gözden geçirmek ve günün ihtiyaçlarına uyarlamaktır, diğerlerine kıyasla daha üstün ahlak ilkelerine uygun hareket ettiğinizi iddia etmek değildir.
Bu ifadeyi hatırlamamın nedeni Türkiye’nin uluslararası alanda yeniden yalnızlığa itildiğine ilişkin endişemdir. Maalesef ülkemizin dış siyasetini belirleyenler Türkiye’nin şu andaki durumunu yalnızlaşma olarak görmemekte, diğer ülkelerin Türkiye’nin ilgisini çekmek için yarıştığını düşünmektedirler. Bir karara varmadan, isterseniz bir durum değerlendirmesi yapalım. Çözümlememize ABD ile başlayalım. ABD Türkiye’yi F-35 projesinden çıkarmış, bu uçakları satın almasını engellemiştir. Buna karşılık, aynı uçakları Yunanistan’a satmakta, böylece uzun süre gözetilen Türkiye-Yunanistan arasındaki 7/10 oranındaki silah dengesini korumaktan da uzaklaşmaktadır. Bir süre önce Yunanistan’la Dedeağaç’ta büyük bir liman tesisi kurmak üzere anlaşmıştır. Şimdi de Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile deniz üssü kurmak için anlaşmışa benziyor.
Türkiye’nin Orta Doğu’da da Amerika ile yeterince anlaşmazlığı bulunuyor. Örneğin ABD Uzak Doğu’yu Avrupa’ya bağlayacak ve Suudi Arabistan ve İsrail’den geçmesi öngörülen bir deniz-kara koridoru inşasını destekliyor. Projede Türkiye’nin esamisi dahi okunmuyor. Halbuki Irak-Türkiye üzerinden gidecek bir yol daha kısa ve ucuz olacağından daha makul bir seçenek gibi görünüyor. Sonra, Amerikalılar Suriye’de özerk bir bölge oluşturmaya çalışıyorlar. Türkiye esas niyetin burada bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğundan kuşkulanıyor, böyle bir devletin Türkiye ile toprak ihtilafları olacağına kesin gözüyle bakıyor. Amerikalılar böyle bir niyeti inkar ediyorlarsa da, eylemlerin inandırıcılığı sözlerinkinden daha güçlü oluyor. Son olarak, Türkiye ve Amerika İsrail’deki mücadelenin zıt taraflarında yer alıyorlar. Türkiye, daha kapsamlı Filistin sorunundan ayrı olarak, çoğu Arap ülkesinin de kaçınmasına karşılık, Hamas’a adeta koşulsuz destek veriyor. Bütün gelişmeler hesaba katıldığında, sanıyorum Türkiye ve ABD’nin yavaş yavaş birbirinden uzaklaştığını söyleyebiliriz.
Avrupa Birliği ile ilişkiler de pek parlak değil. Her ne kadar Türk Cumhurbaşkanı AB üyeliğinin ülkenin stratejik hedefi olduğunu söylemekten keyif alsa da, Türkiye’nin eylemleri onu adaylık statüsünden uzaklaştırmış, iyi geçinilmesi gereken bir ülke konumuna sokmuştur. İlişkiler yakınlaşmamakta, zayıflamaktadır. Örneğin, karşımızda sembolik önemi olan bir vize sorunu bulunuyor. AB ülkeleri her geçen gün artan sayıda Türkün vize başvurusunu muhtelif gerekçelerle reddediyorlar. Bunlar arasında ticaret, kongrelere katılmak ve öğrenim görmek gibi makul talepler de var. Türkiye sürekli olarak Avrupa insan Hakları Mahkemesinin kararlarıan uymayı reddetmektedir. Bazı ülkeler Türkiye’in üye adaylığı statüsünün iptalini, Avrupa’da yürürlükte olan hukuk devletei standartlarına uymadığı gerekçesiyle de Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasını dahi istemektedirler.
Orta Doğu’ya dönecek olursak, Türk hükümetinin Suriye ile barış görüşmelerinin başlamak üzere olduğu konusundaki iyimser beyanları yersiz görünüyor. Suriye hükümeti Türkiye’nin izlediği siyasetin başarısızlığa uğradığını teslim etmesini bekliyor, mevcut karmakarışık durumdan müzakereleer aracılığıyla çıkılmasını benimsemişe benzemiyor. Türk-İran dostluğunun gücünü vurgulayan İran’in yeni lideri, bizden önce Kuzey Irak’taki Süleymaniye kentini ziyaret ederek Türkiye’nin can düşmanı ilan ettiği Bafel Talabani ile sıcak bir görüşme yaptı. Buna karşılık, Türkiye ile iktisadi dahil her türlü ilişkisini ileriye götürmek istediğini beyan eden Irak, bir başlangıç olarak Türkiye’den ithal edilen tavuk etine %25 vergi koydu.
İsterseniz değerlendirmeyi uzatmayıp noktalayayım, Türkiye’nin Kırım’ın Ukrayna’ya ait olduğu görüşü karşısında Rusya’nın kızgınlığından ya da ülkemin pek iyi düşünüldüğünü zannetmediğim BRICS üyeliğine başvurması hakkında bir şey söylemeyeyim. Ama şu basit soruyu sormamız gerekiyor: Böyle bir amaç gütmese bile, acaba Türkiye tekrar “şerefli yalnızlık” yolunda ilerlemeye mi başladı?