Pazartesi gününün şokunu üzerimizden atmaya çalışıyoruz ama hasar tespiti için henüz erken olduğunu düşünüyorum.
Pazartesi günü ABD borsalarının düşüş oranları neredeyse 2008 krizindeki seyri yakalamış durumdaydı. Düşüşün sebebi açık: Amerikan şirketlerinin önemli bir kısmının Çin'de üretim yaptırıyor olması, rafların üzerine konacak yeni mal bulunamaması anlamına geliyor. Yani, Amerikan şirketlerinin hem ciroları hem de karlılıkları tehlike altında. Dün borsalarda biraz toparlanma oldu ama sert düşüşün tepkisi olarak yorumlanmalı.
Sadece ABD değil, gelişmiş 7 ülkede de bu durum ciddi sorunlar yaratıyor. Hastalığın isminin duyulduğu ilk günlerde başta Toyota olmak üzere birçok Japon Firması Çin'de faaliyetlerini durdurdu. Bu durum dördüncü çeyrekte %7.1 küçülen Japon Ekonomisi için ikinci bir şokun kapıda olduğunu gösteriyor. Almanya'da koronavirüsünden kaynaklana ilk ölüm vakası dün yaşandı. İtalya'nın durumu malum.
Bu arada, her yerde toplantılar iptal ediliyor. Bunun sebebi ölüm korkusu değil. SARS'dan kaynaklanan ölüm vakaları %10 civarındayken, koronavirüsünde bu oran %3.5 civarında. Herkesin korkusu koronavirüs şüphesiyle zorla karantinaya alınmak. Böyle bir durumda en az 14 gün gözetimde kalınıyor. Maalesef karantina merkezleri 5 yıldızlı oteller değil. Zor şartlar içinde hayatta kalmaya çalışıyor herkes. Ayrıca ev hapsinde olmak ve herkesin "şüpheli" kişiden uzak durması gereği de kabus gibi bir deneyim oluyor. Pazartesi akşamı YouTube'da paylaştığım videoda bu ayrıntılardan bahsettim.
"Korkunun ecele faydası yok..."
Bu hafta bir dünya devinin İstanbul'daki Uluslararası Toplantısı’nda konuşacaktım. İptal edildi. "Yabancı misafirler gelmiyor mu?" diye sordum. Cevap "hayır, gelemiyorlar" oldu. Herkes havalimanlarında tecrit edilmekten veya eve dönememekten korkuyor. Pek de haksız değiller. Diğer taraftan üniversitelerin bir süre tatil edilmesi konusunda müzakereler de devam ediyor. İlkokul, ortaokul ve liselere de genişleyebilir. Virüsler en kolay şekilde evlere okullarda okuyan çocuklarla giriyor.
Bu aşamada Fed'in faizleri bir kere daha düşürmesi ve TCMB'nin faizleri tek haneye indirmesinin olasılığı giderek artıyor. Bu şartlar altında da hiçbir Merkez Bankası Yöneticisinin enflasyonu düşüneceğini sanmıyorum. Aradaki tek fark şu. Biz dual para sistemini kullanıyoruz. Yani hem TL hem ABD Dolar’ı günlük hayatta etkin. Az da olsa euroyu da ekleyebiliriz. Gelişmiş ülkeler parayı bollaştırıp "likidite tuzağı"na düşebilirler ancak bizde durum farklı olabilir. Faizler düşük olduğu için dövize doğru kaçış hızlanabilir. Daha da kötüsü herkes dövizi sisteme olan güvensizlikten dolayı "efektif" olarak talep edebilir. Bu durum DTH'ların artışı gibi "sakin" sonuçlar vermeyebilir. İki yıl önce yaşanan kur şoku daha yüksek seviyelerde tekrarlanabilir.
Belki de bu ihtimaller sebebiyle Türkiye'nin CDS primleri 29 Ocak’taki 238 seviyesinden 390'lar seviyesine geldi. Hem soğukkanlı olmamız hem de çalışma modelini tekrar değerlendirmemiz gereken bir sürecin içindeyiz.
Belki de bu süreçte, Türkiye'de üretilmesi mümkün olan ara malları için strateji üretebiliriz. Türkiye'nin ithalat bağımlılığın sadece cari açık bağlamında değil, üretimi riske atan bir durum olduğunu kabullenip kredi/teşvik uygulamalarında yepyeni bir modeli ortaya koyabiliriz. Bu durumda finans kurumlarına ve ihracatçılara "seçici davranmak" adına büyük vazifeler düşüyor desem yanlış olmaz.