Şehirlerini denizin mavisine, çölün pembesine boyayan ülke: Fas

Gila BENMAYOR Nasıl Bir Sanat?

Tarih ve modernliğin muhteşem bir karışımını sunan Fas, dünya seyahat tutkunlarının radarında... Büyüleyici mimarisi, canlı pazarları ve mistik kültürel atmosferiyle, unutulmaz bir deneyim sunuyor

Kazablanka, Rabat, Tanca, Şafşavan, Fes, İfrane, Ouarzazate, Sahara Çölü, Marakeş.

Fas’a 25 yılı aşkın bir süreden sonra yaptığım dokuz günlük ikinci seyahatte sırasıyla gezdiğim yerler.

Şimdi artık dağılmış olan Akdenizli Kadın Gazeteciler Grubu’nun Kazablanka’daki toplantısı nedeniyle sadece, trenle gittiğim Marakeş’i görme fırsatım olmuştu.

Buket Uzuner ile yaptığımız Kazablanka- Marakeş tren yolculuğu unutulmaz anılarım arasında.

Faslı büyücülerden medet umman bir kadınla uzun uzun sohbetimiz olmuştu.

Kazablanka’yı epey değişmiş buldum.

Atlantik Okyanusu’nun dev dalgalarının sahile vurduğu Korniş -İzmir’in Kordon’u gibi- çok daha ıssız, el değmemişti.

Şimdi sahil boyu kayalıkların üzerine konmuş lokantalardan, Four Seasons gibi lüks otellerden geçilmiyor.

Okyanusun hemen dibine inşa edilmiş görkemli Hasan II Camisinin avlusunda gezinirken rehberimizden yeni bir şey öğrendim.

Fas’ta Müslüman olmayanların camilere girmeleri yasakmış.

Bu aralar Fas’ın çok turist çekmesi nedeniyle kaldırılacağı konuşulan yasak 1912 yılından 1956 yılına kadar süren Fransız Himayesi döneminde alınmış.

Yerel kurumlara saygı gerekçesiyle Avrupalıların camilere girmelere yasaklanmış.

44 yıl süren Fransız Himayesi ülkede hem kültürel anlamda, mimaride epeyce iz bırakmış.

Fransızca, arapça ve berberice ile birlikte eğitim dili dolayısıyla Faslıların çoğu fransızca konuşuyor.

Fas, Cezayir gibi Fransa’nın sömürgesi olmasa da Fransızların devletin polisini kontrol ettiğini, limanlardan vergi aldığını, doğal kaynaklarını işlettiğini not düşeyim.

Sömürgenin hallicesi anlayacağınız.

 

Ünlü mimarların izleri

Başrollerinde Humphrey Bogart ile İngrid Bergman’in oynadığı 1942 yapımı “Casablanca” filmi nedeniyle ünlenen Kazablanka’da filme konuş olan Rick’s Cafe turistlerin uğrak yeri.

İlk gezimde içine girip hayal kırıklığına uğradıktan sonra bu sefer uğramadım.

Fas ekonomisinin kalbinin attığı şehirde 20. yüzyılın başında Fransızların şekillendirdiği V Muhammed Meydanı’nı çevreleyen Adalet Sarayı, Merkez Bankası, Postane gibi binalar Art-Deco öğeler barındırmak birlikte Endülüs mimarisi havasında.

Meydanın hemen karşısında son derece modern, heykeli andıran bina, gösteri merkezi Kazablanka Büyük Tiyatrosu Pritzker ödüllü Fransız mimar Christian de Portzamparc ve Faslı mimar Rachid Andaloussi’nın imzasını taşıyor.

İnşaat 2014 yılında başlamış ve bitmiş olmasına rağmen henüz açık değil, okuduğuma göre açılışı yılan hik^ayesine dönmüş, sürekli erteleniyor.

Bu arada önemli not.

Kazablanka’ya Fransız döneminde el atan Fransız mimar ve şehir plancılardan biri 1936 yılında İstanbul Şehir Planı’nı yapmak üzere belediye tarafından şehre davet edilen Henri Prost.

Kazablanka’nın yanı sıra Fes, Meknes, Marakeş gibi şehirlere de imzasını bırakan Prost Fas’ın küçük İsviçre’si diye bilinen dağ kasabası İfrane’yi de inşa etmiş.

Yolda uğradığımız İfrane üç şeklindeki çatılarıyla, düzgün yollarıyla sanki Fas değil.

Zaten Fransızlar burayı dağ havası almak, kayak kaymak isteyen üst düzey Fransız yetkilileri için burayı Prost’a yaptırmışlar.

Başkent Rabat’ta da, Pritzker ödülünü alan ilk kadın mimar Zaha Hadid’in 120 milyon euroluk, 1800 kişilik Büyük Rabat Tiyatrosu’nu da ancak uzaktan görebildim.

Aramızdan pek erken ayrılan Zaha Hadid’in belirgin dalgalı çizgilerini taşıyan binanın inşaatına da 10 yıl önce başlanmış ve henüz açık değil.

İki dev projenin yapımına aynı yıl karar vererek ünlü mimarlara teslim eden Kral Muhammed VI neden açılış iznini vermiyor bilinmez?

Tanca’nın göz alan büyüsü

Cebelitarık Boğazı kıyısında, Afrika ile Avrupa arasındaki stratejik konumu tarihini etkilemiş Tanca ise bambaşka bir alem.

Romalılar, Fenikeliler, Berberiler, İspanyollar, Portekizliler gibi pek çok uygarlığın gelip geçtiği Tanca bugün dahi “Yabancıların Şehri” olarak biliniyor.

1923 yılında sömürgeci güçler İngiltere, Fransa, İspanya tarafından “Uluslararası Bölge” ilan edildikten sonra diplomatların, casusların, yazar çizer takımının, bohemlerin buluşma noktası olmuş.

Amerikalı Çölde Çay’ın yazar Paul Bowles, Tennessee Williams Fransız ressam Henri Matisse burada yaşayıp üreten isimler.

Bunun yanı sıra ünlü danscı Josephine Baker, Casablanca filminin oyuncuları, Churchill, Mick Jagger John Malkovich buradan gelip geçen ünlülerin bazıları.

Tanca’nın da Fes, Marakeş, Mavi Şehir Şafşavan gibi daracık sokaklı, her anlamda renkli  “Medine”leri yanı eski şehrini mutlaka gezmek gerek.

Tanca 1940-1944 yılları arasında İspanyollar tarafından işgal edilmiş.

Çarşı pazarda rastladığım esnafın bugüne kadar İspanyolca konuşmaya devam ediyor, zaten turistlerin büyük çoğunluğu da İspanyollar.

Mavi Şehir Şafşavan evlerin, labirent gibi sokakların mavinin her tonuna boyandığı mücevher gibi küçük bir şehir.

Neden maviye boyandığına dair rivayet muhtelif ama halıcılık yapan köklü bir esnaftan öğrendiğine göre şehir 30 yıl önce maviye boyanmış.

Turist çekmek için dahiyane bir fikir.

Bu gezdiğim her şehirde farklı güzelliklerdeki seramik bezemelere de değinmek gerek.

Saray, konak, medreselerin neredeyse tümünü süsleyen, kapılara, pencerelere ayrı hava seramik karolar, bazen arabesk tarzında, bazen sadece geometrik şekillerde karşınıza çıkıyor.

Renklerinden, şekillerinden gözünüzü alamıyorsunuz.

Fes’teki Kraliyet Sarayı, havuzlu avlusu, Ebu İnaniye Medresesi, Attarine Medresi’nde seramik karoların en güzel örnekleri var.

Çölde yağmura tutulmak

Doğrusu Sahra Çölü’na yolculuk zahmetli.

Ama Atlas Dağları’nın gölgesindeki kasabaların somon renkli evlerine, kilometrelerce uzanan hurma bahçelerine, eşeklerine binmiş giden köylülere baktıkça zaman uçup gidiyor.

Sahra Çölü’nde konuklama eskisi gibi değil.

Eskiden içöle gelenler ilkel Berberi çadırlarında kalıyormuş.

Şimdi kum tepeciklerinin dört bir yanına serpiştirilmiş otel-çadırlar var.

Her oda çadır şeklinde ve içerisi bayağı lüks, bildiğiniz bir otel odası gibi.

Hava kararmadan çıktığımız deve safari oldukça eğlenceli zira ben dahil çoğumuz hiç deveye binmemişiz.

Berberi çocukların yardımıyla tırmandığımız develer o kadar uysal ki.

Gülmeler, çığlıklar arasında geçen deve safaride yağmura tutulmuş ilk turistler olabiliriz.

Şansımıza çöldeki gecemizde müthiş bir mehtap var.

Berberi çalgıcıların çaldıkları müzik kimi zaman hüzünlü, kimi zaman gürültülü.

Berberi müzik aleti “gambri”nin (sıntir) sesiyle ilk kez çölde tanışıyorum.

Çölde güneşin doğuşunu kaçırmayın dediler sabahın köründe kalkmış olmama rağmen batan mehtabı izlerken güneşin doğuşunu kaçırdım.

Çölden hemen sonra uğradığımız Ouarzazate’da doğrusu pek de ilgimi çekmeyen Atlas Film Stüdyolarını gezdik.

Çölde Çay’dan Game of Thrones’a kadar sayısız film bu stüdyoda çekilmiş, Cleopatra için yapılan dekorlar olduğu gibi duruyor.

Yves Saint Laurent’nın Evi ve Müzesi

Ve nihayet yıllar önce büyülendiğim Jemaa el-Fna Meydanı’nın, efsane La Mamounia Oteli’nin olduğu Marakeş.

Tanımış olduğum Marakeş’e, modacı Yves Saint Laurent’nın partneri Pierre Berge ile yaşadığı Majorelle Bahçesi’ndeki evi ve müzesi eklenmiş.

Daha doğrusu, Saint Laurent ve Berge’nin sonradan satın aldıkları ressam Jacques Majorelle’in evi ve bahçesi tabii oradaydı ama ziyaretçilere açık değildi.

Cezayir, Oran doğumlu ünlü modacı kendi ülkesinin ışığını, renklerini anımsattığı için altmışlı yıllardan itibaren Berge ile birlikte Marakeş’e gitmeye başlıyor.

Modacı olarak ilham aldığı şehirde bir eve sahip olmuş ancak 80’lı yıllarda sık sık ziyaret ettiği Majorelle Bahçesi’nin bir kentsel dönüşüme uğrayacağını öğrenince burayı satın alıyor.

Ressamın zaten müthiş bitkilerle donatılmış olan bahçesine yeni bitkiler ekleniyor ve Yves Saint Laurent- Pierre Berge çifti uçsuz bucaksız bahçenin bir köşesine sadece karşıdan görebildiğim “Villa Oasis”i yaptırıyor.

Jacques Majorelle’in mavi evi ise Berge’nin adını taşıyan Berberi Sanatları Müzesi.

2008 yılında 71 yaşında yaşama veda eden Saint Laurent’ın külleri Oasis Villası’nin bahçesine serpiştiriliyor.

Majorelle Bahçeleri’nin biraz ötesinde ise 2017 yılında kapılarını açan Yves Saint Laurent Müzesi yer alıyor.

Modacının elinden çıkan 5 binden fazla elbiseyi, 15 bin çizimi barındıran müzeyi ziyaret ettiğimde, modacının çiçeklerden ilham alarak yarattığı koleksiyon sergileniyordu.

Marakeş’in somon renklerini yansıtan ödüllü müzeyi Marakeş’te mutlaka gezilecek yer olarak not edin. Jemaa el Fna Meydanı’na gelirsem yine hayal kırıklığı.

Özellikle gece o büyüleyici havası gitmiş, renkli ışıklarla donatılmış meyve suları büfeleri, ayak üstü sokak lezzetleri istilasına uğramış.

İlk kez gördüğümde şaşkınlığa uğratan salyangoz satıcıları duruyor ama.

Tüm yazılarını göster