Eğer şehirleri dinlemeyi becerebilirsek bize anlatacak ne çok şeyleri olduğunu öğrenir ve bu öğrendiklerimizden şehirler için yararlı çıkarımlarda bulunabiliriz.
Şehirler de kitaplar gibi; eğer dili çözebilirsek yazılanları okuyabilir ve anlayabiliriz.
Bir şehir belli bir kişilik, kimlik sergiler; belirgin bir şekilde düşünür, hisseder, davranır ve bunu çoğunlukla yaşam tarzı ile yansıtır. Böyle bir ortak kimlik, ortak davranış kaderin bir oyunu mudur bilinmez amma çözebilmek için şehirden yükselen sese kulak vermek gerekir, köküne inmek gerekir: Bu insanlar niçin ortak davranış sergiliyor? Bu şehir nasıl bu duruma geldi?
Çoğunlukla bu ortak kimliğin geçmişle ilgili ve zamanla (pek muhtemel binlerce yılda) gelişen nedenleri vardır. On milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan bir şehrimizin civarı geçmiş zamanda “bir arada sulh içinde yaşayanlar diyarı” olarak adlandırılıyordu. Şimdi aynı yerde onca farklı dilden, dinden insan bir arada tatil yapıyor, sulh içinde zaman geçiriyor. Bir kasabamız bir tanrıça adına tek tanrılı dine dönüşün önemli bir dönemecine tanık olurken ondan bin yıl sonra aynı yere yeni bir dinin peygamber anası yerleşiyor ve ikisi de aynı şekilde tasvir ediliyor. Tesadüf mü?
Kimi şehirde yaşayanlar bu ortak kimliğin farkına varır ve onu korumak onlar için bir sosyal sorumluluğa dönüşür; bundan gurur duyar ve canlı tutmak için mücadele bile ederler.
Bir şehrin değer ve inançlar bütünü onun huyunu suyunu belirler; zamanla şehrin algısı ilmik ilmik örülür ve bir genellemeye dönüşür. Kayserililer için nasıl bir genelleme varsa İzmirliler için de vardır. Belki Mersinliler, belki de Rizeliler için.
Şehir yönetiminin şehre hakim bu özellikten akıllıca yararlanması beklenir. Mimarisi, şehir mobilyaları gibi şehrin fiziki unsurlarının bu ruhu yansıtacak biçimde olması umut edilir; “bizim şehre bu bina hiç yakışmadı!”.
Tıpkı şehrin fiziki planlaması gibi marka stratejisi de insanların değer ve inançlar bütününü dikkate almalıdır. Eğer bu strateji şehir sakinlerinin huyu suyu ile örtüşüyorsa uyum sağlayacak ve güçlü bir iletişim fırsatı oluşturacaktır.
Bir şehir sadece harita üzerinde gösterilecek bir yer değildir. Eşsiz, rakipsiz bir nitelikler ve değerler bütünüdür. Şehir yönetiminin becerisi bu bütünü anlayabilmek, şehrin hem fiziki hem de fiziki olmayan unsurlarını yaratıcı biçimde bu nitelikler ve değerler uyarınca yönetebilmek olmalıdır.
Haftanın Şehri: MONTREAL, Kanada
Montreal, Quebec eyaletinin en büyük, Kanada’nın ise ikinci büyük kentidir. Şehir Kanada’nın Frankofon bölgesinde olup Paris’ten sonra dünyada en yaygın Fransızca konuşulan şehir olarak kabul edilmektedir.
Çok dilli şehir özelliği tarih boyunca Montreal için hem bir sorun hem de bir fırsat olmuştur.
Çoğunlukta olan Frankofon nüfus, Fransızca’nın hakim dil olması için büyük mücadele verirken azınlıkta olan Anglofon nüfus, kendi dillerine saygı gösterilmesi için direnmiştir. Zaman zaman bu karşıtlık ciddi boyutlara varmış, sokağa yansımıştır.
Okullarda sadece Fransızca eğitimin diretilmesi üzerine 1968 yılında 63 numaralı yasa yürürlüğe girmiş ve İngilizce konuşan azınlığa haklar tanınmıştır. Ancak 1977 yılında ulusalcı Quebec yönetimi 101 numaralı yasa ile tekrar Fransızca’yı hakim dil haline getirmiş bunun sonucu İngilizce’yi tercih eden iş kolları şehri terk etmiştir.
Tüm bu gelgitler arasında Montreal kültürel açıdan oldukça zengin bir şehir haline gelmiştir.