Türkiye, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat Depremi’nden beri bütün kurumları ile kötü bir sınav veriyor. Hâlbuki hatırlayın, 1999 Gölcük Depremi’nde hiçbir şey artık eskisi gibi olamaz demiştik. Ne oldu? Kurumlarımız yine enkaz altında kaldı. 1999’dan 2023’e ciddi hiçbir hazırlığımız olmadığını yaşayarak gördük.
Doğrusu ben, depremle birlikte görünen keşmekeşe bakınca kalkınmanın yine bir organizasyon kabiliyeti meselesi olduğunu hatırladım. Yapılacakları deprem öncesi hazırlık, depremin hemen sonrasındaki arama/kurtarma aşamasının organizasyonu ve deprem sonrası yeniden imar olarak üçe ayırmak mümkün. İlk iki aşama bitti. Şimdi üçüncü aşamanın önceliklerini doğru belirleyelim, elbirliğiyle kenti yeniden hayata döndürmek için yapılması gerekenlere odaklanalım. Orada önceliklerimizi doğru saptamak, neler yapmak gerektiğini doğru sıraya koymak son derece önemli.
Bugün müsaadenizle bu önceliklendirme konusuna değineyim. Kalıcı konutların inşaatı ile uğraşmanın daha zamanı değil, önce şehirde hayatı yeniden başlatmak lazım. Önümüzdeki altı ayın temel önceliği bu olmalı. Sakın şaşırmayın.
Siyasetin finansmanını şeffaflaştırmadan imar affı bitmez
Öncelikle depreme hazırlıklılıkaçısından kesin olarak sınıfta kaldık. Arsa/imar rantlarını vergilendirecek bir altyapı oluşturamadık. İmar planı değişikliklerini daha sıkı parametrelere bağlamayı beceremedik son yirmi yıldır. İmar affı/barışı gibi haksız kazanç aktarma projelerini rafa kaldıramadık. Arsa/imar rantlarının bol keseden dağıtılmasına bağlı olan siyasetin finansmanını şeffaflaştırmak yolunda bir arpa boyu bile mesafe alamadık.
Bu çerçevede, mesela Türkiye çapında 10 ve daha yüksek katlı bina ruhsatları 2017 yılından itibaren tavan yapmış görünüyor. Hani şimdi “sorun hep 1999 öncesi inşa edilen binalarda” diye işe girişen bir yıkama/yağlama ekibi var ya, o çerçevede aklınızda bulunsun. Malum bir arsanın üzerindeki kat sayısı arttıkça arsa rantı da tavan yapıyor.
Geçenlerde Kahramanmaraş’tan bir dostumun anlattıkları ile son derece uyumlu bu çok katlı inşaat ruhsatları işi. Bundan on yıl kadar önce yurtdışında doktorasını bitirdikten sonra Kahramanmaraş’a çalışmaya gelmiş dostum. “Geldiğimde öncelikle bir deprem bölgesine geldiğimi biliyordum” dedi bana, “o nedenle ilk tuttuğum ev iki katlıydı ve ben ikinci kattaydım. Aklımda hep deprem riski vardı.”
Neyse, gel zaman git zaman bir ev satın alabilecek hale gelmiş. Önce oturduğu iki katlı evi almak istemiş, aklında hep deprem riski. Olmayınca dört katlı bir binanın dördüncü katına geçmiş. Dördüncü katta fena değil diye düşünüyormuş. “Ama en son dokuz katlı bir binanın giriş katında oturmaya başladım” diye devam etti. “Dokuzuncu katın manzarası pekiyiydi, bütün ova ayaklarının dibinde ama ben deprem riski diye birinci katı tercih ettim ve depreme burada yakalandım.” Bakın buradaki eğilimde aynı, özellikle 2017’den beri binalarda kat sayısı artıyor deprem bölgesinde de. Ortada sistematik bir eğilim var sanki.
Türkiye Afetle Mücadele Planı’nda (TAMP) işlemeyen nedir?
İkinci olarak, son yirmi yılda, deprem sonrası arama ve kurtarmayı işleyen bir kurumsal altyapıya oturtamadığımızı da 6 Şubat Depremi ayan beyan ortaya koydu. AFAD’ın Türkiye Afetle Mücadele Planı (TAMP) kapsamında sözde “afet anında kimin ne yapacağı ve müdahalenin nasıl bir organizasyon içinde yapılacağı belirlenmiş durumda”ydı. Öyle olmadığını,ortada hayat kurtaracak bir hazırlık olmadığını da yaşayarak gördük.
Gerçi AFAD sitesinde TAMP’la ilgili sayfada “Başbakanlık AFAD koordinasyonunda birlikte çalışabilirliğin ön planda olduğu TAMP ile” denerek yapılan tanıtımdan ortada bir sallapatilik olduğunu anlamalıydık ama artık çok geç oldu. Afetle mücadele gibi ayrıntılara odaklanması gereken bir faaliyeti organize eden kurumun web sitesinde yıllar önce kapatılan Başbakanlığa atıfta bulunulması, hadisede bir dikkat eksikliği olduğunu gösteriyordu aslında.
İşi bilenler deprem sonrasında mümkün olduğunca çok hayat kurtarmak için ilk 72 saatin çok önemli olduğunu söylüyor. Deprem bölgesine kendi imkânları ile zamanında yetişen arama kurtarma ekiplerinin koordinasyonunda bile sınıfta kaldık. AKUT Derneği bölgeye gönüllüleri ile ulaştığında da sınıfta kaldık, yabancı ülkelerden ekipler gelince de sınıfta kaldık.
Doğrusu ya ben en çok hükümet dışı bir kuruluş olarak AHBAP’ın ilk 72 saatte Kızılay’ın çadır yapan iktisadi işletmesinden satın aldığı 2050 çadırı deprem bölgesine sevk etmesinin ortadaki organizasyon bozukluğunun nişanesi olduğunu düşünüyorum. Millet sokakta sığınacak çadır arıyor. Çadır yapan ve iktisadi işletmesinin stokunda çadır bulunan Türk Kızılay’ı ya deprem bölgesindeki çadır ihtiyacından habersiz ya da iktisadi işletmesinin ne iş yaptığını bilmiyor. Ne yapıyor? Depremin ilk 72 saatinde stoktaki çadırları hükümet dışı bir kuruluşa satıyor ve deprem rantını kasasına koyuyor. Şimdi böyle bir idarenin “deprem fırsatçılığı” konusunda ahkâm kesmeye hakkı olabilir mi? Olamaz.
Aynı Kızılay’ın bölgeye ilaç tedariki için hızla eczane çadırları kuran Türk Eczacılar Birliği’ne de çadır sattığını okuyoruz bu arada. Millet, devlet o gün orada yoktu deyince kızanların, devletin orada olmadığını kanıtlayan bu anekdotlara daha dikkatli bakmasında fayda var. Nedir? Devleti bilmem ama TAMP enkaz altında kaldı, bu kesin.
Şehirlerde hayat nasıl yeniden başlatılabilir?
Bugüne kadar deprem sınavında başarısız olmuş, milleti kimsesiz sokakta bırakmış olabiliriz ama bari bundan sonrası için adımların hangi sıra ile atılması gerektiği konusunda hata yapmayalım. Bugün yapılması gereken, şehirlerin yeniden hayata dönmesidir.
Burada önceliklerimizi doğru belirleyelim. Şehirlerde hayatı başlatmak demek, kalıcı konut inşaatına hemen başlamak değildir. Bir taraftan enkazı ne kadar zamanda nasıl kaldıracağımızı düşünürken, bir taraftan da fabrikalarda, iş yerlerinde hasar tespitini bir an önce tamamlamak ve kentte iktisadi aktiviteyi yeniden canlandırmak için yapılması gerekenleri belirlemektir.
Doğrusu 1999 Depremi ile 2023 Depremi arasında iki önemli fark görünüyor. Birincisi, 1999 Depremi’nde hasar gören işletmeler, bugün hasar görenlere göre daha büyüktü. 1999’da Gölcük’te hasar gören işletmeler Türkiye’nin büyük holdinglerine bağlı şirketlerin fabrikalarını da içeriyordu. 2023 Depremi’nde ise ağırlık KOBİ’lerden oluşuyor.
Büyük şirketlerin toparlanma sürecini tasarlaması ile KOBİ’lerin bu işi yapması arasında önemli bir fark var gibi geliyor bana. O vakit, hadisenin bütün sıcaklığını yaşamamış olanların toparlanma süreci üzerine serinkanlı bir biçimde düşünmesi mümkündü. Şimdi ise öyle değil.
Geçenlerde deprem bölgesinden bir şirket sahibi, “kendimi ve ailemi kendi imkânlarımla enkaz altından çıkardım, daha üç gün oldu ve doğrusu şimdi kendi şirketimin geleceği konusunda serinkanlı bir değerlendirme yapamadığımı görüyorum” diyor ve yardım istiyordu. “Sabah bir karar alıyorum, üç saat sonra yanlış karar verdiğimi anlayıp karar değiştiriyorum, akşama ikinci kararımın da yanlış olduğunu fark ediyorum. Bu durumda ne yapmalıyım?” diye içtenlikle konuşuyor bölgedeki işletme sahipleri.
1999 ile 2023 arasındaki ikinci temel farklılık ise bu kez depreme geçinme maliyetinin süratle artmakta olduğu bir dönemde yakalanmış olmamız sanırım. Elimizde 2003 verisi var. Memlekette yoksulların oranı yüzde 36 civarındaydı. 2018’de yüzde 8,5’e kadar düştü bu oran. Şimdi muhtemelen yüzde 25’i aştığı bir dönemdeyiz. Artan enflasyonla birlikte özellikle büyük kentlerde geçinme maliyeti hızla yükseldi.
Bugün İstanbul’da geçinmenin maliyeti Türkiye ortalamasının yüzde 45 üzerinde arttı. Bu ortamda depremzedelerin göç için geçinme maliyetinin daha sınırlı yükseldiği yerleri tercih etmelerini beklemek gerekiyor. Son dönemde İstanbul’da yaşayanlar Ankara’ya göçüyorlar, depremzedeler İstanbul’a, Kocaeli’ne doğru gitmiyorlar. Hızlı artan yoksullaşma nedeniyle deprem bölgesinde hayatı kolaylaştıracak sosyal yardımların yoğunlaştırılmasında fayda var doğrusu.
Her işin bir sırası var
Siyasetçinin her zamanki gibi acelesi olabilir, “Kardeşim seçimler yaklaşıyor, bana açılış yapacak bir şey lazım” diye etrafta dolanabilir. Ama her şeyin bir zamanı, her çiçeğin bir mevsimi, her işin bir sırası var. Bugün deprem bölgesindeki şehirlerde hayatı yeniden başlatma zamanı.
Geçici barınma merkezlerinin açılışı ile yetinin. Geçici barınma merkezlerindeki okulları açın. Geçici barınma merkezlerine ekmek sağlayan fırınların açılışını yapın. Geçici barınma merkezi mutfaklarını kurun, oraların tedarik zincirini yeniden işler hale getirin.
Bu arada enkazın geri dönüşümü için ihtiyaç duyulan atık işleme merkezlerinin/fabrikaların projelerine odaklanın, onların açılışını yapın. Fabrikaları, tarlaları birer birer işletmeye alalım. Altyapı eksiklerini giderelim. Daha kalıcı konutlara gelinceye kadar yapılacak çok iş var doğrusu önümüzde.
Bu dönemde bu kadar iş varken bir de lütfen siz ayakaltında dolaşmayın.