Son anketlere bakınca durum nasıl görünüyor? AK Parti’nin 2002 seçimindeki yüzde 34,7’nin belki biraz altına geldiği ve 32,5 gibi bir ortalamaya yerleştiği anlaşılıyor. Açık ki yeni bir çözülme olmazsa 30+ (30’un biraz üstü) bu parti için destek noktası. Böylece yüzde 40-50 bandındaki “kolay tercih değiştiren seçmenleri” –yine yeniden, mesela 2009 yerel seçimindeki gibi- kaybetmiş olmakla kalmayıp “koruyucu kemerdeki” yüzde 10-12’lik kitlenin de çoğunu yitirmiş görünüyor. Yüzde 30+ zaten “çekirdeğin” az üstünde demek. Eskiden “çekirdek” yüzde 28 bile olsa “destek” 38-40 bandı idi. Şimdi 32-34 bandı olabilir. Tabi bunlar son 15 anketin ortalamasına dayanarak söylenebilenler. Uçlarda sonuç veren anketlere değil ortalamaya bakarak belki hatadan bir nebze kaçınılabilir.
MHP de doğal desteğine gerilemiş görünüyor. 1995 seçiminde MHP yüzde 8,2 almıştı ve bu seçim Türkeş’in son seçimiydi. 1999’da “milliyetçi an” (Makovsky) yaşandı; MHP ok gibi fırladı ve yüzde 18 gibi o ana kadar tarihinde yanına yaklaşamadığı bir oy aldı. Şu anda MHP de aşağı yukarı 1995 noktasına gerilemiş görünüyor; ortalamada 8,7. Daha fazla gerilemesi pek olası değil. BBP’yi de dâhil edersek Cumhur ittifakı yüzde 41-42 bandında olabilir.
Gelelim diğer tarafa. Buradaki yenilik –aslında siyasetteki yegâne yenilik- İYİP’in yüzde 14,3 ortalamaya yükselmiş olması. Esasen yenilik İYİP’in sanki artık unutulmuş olan eski merkez sağı toparlamaya başlamış olmasında yatıyor. CHP’de anlamlı bir değişiklik yok. Belki genç seçmen desteğiyle oyu 1-2 puan artmıştır –ortalama yüzde 26,1 görünüyor- ama o kadar. Hata payı içinde bakarsak bu iki partinin toplamı yüzde 40 civarında. Yani Cumhur ittifakı hala Millet ittifakından 1-2 puan yukarıda. Oranlar çok yakın. Bu anketlere dayanarak bir ittifakın anlamlı biçimde önde gittiğini söylemek mümkün değil.
Peki, ‘muhalefet kazanmak üzere’ iddiası nereden çıkıyor? Şuradan… İlk defa “destek” noktası bu kadar geriledi, bir. HDP de hesaba katılınca yüzde 51’in bulunduğu, hatta DEVA, Gelecek ve SP katılırsa yüzde 55’in geçildiği düşünülüyor olabilir, iki. Oyları üst üste koyunca mümkündür ama bu partiler en azından şu an için Millet ittifakının bileşenleri değil. Esasen siyaset böyle düşünerek, toplama çıkarmayla yapılmıyor. Demek ki (a) seçim yasasındaki olası değişikliklere (b) seçim gününün “havasına”, koşullarına bağlı olarak ne olacağı belirsizliğini koruyor. Muhtemelen yüzde 40+ ile meclis çoğunluğunu kazanmanın mümkün olacağı bir tasarım üzerinde çalışıldı fakat bu da kesin değil ve daraltılmış bölge iktidara bir garanti sunamaz. Bir olasılıktır elbette ancak o kadar. Başkanlık seçiminde ne olacağıysa bağlantılı ama çok farklı bir meseledir. Tek aday mı, ikinci turda birleşme mi, adaylar kimler olacak? Çok sayıda seçmen ‘adayı göreyim ona göre’ cevabını veriyor. Seçim zaferi getirecek otomatik bir mekanizma yok ve bu iki taraf için de geçerli.
Başka ne söylenebilir? İdeolojik hatlar hala etkili. Haliyle CHP açısından durum eskisinden pek farklı değil. CHP ister –dünyanın o günkü hali bu çizgiye prim veriyorsa- sağın algısına göre “çok solda” konumlansın –örneğin 1973 ve 1977- ister “merkez solun da sağına” kaysın durum değişmiyor. Hatta sol/sağ boyutu önemini yitirdi diyorsak –ki CHP bir ara bunu da söyledi- isterse modernlik/geleneksellik–yenilikçilik/muhafazakârlık eksenlerinde yüzünü ikinci seçeneklere dönsün, alacağı oyun üst sınırı yüzde 30+. Esasen 1990’lardaki koalisyon ortaklığının nedeni sağın birbirine yakın oy alan üç partiyle ve yüzde 8 alabilen MHP’yle temsil edilmiş olmasıdır. Yüzde 60-65 oy 3 + 1 = 4 partiye neredeyse dengeli biçimde dağıldığı için yüzde 20’lerde oy alan SHP (CHP) de başa güreşir gibi oluyordu. Ecevit tepe noktasında 1977’de yüzde 41,4 almıştı ama o oyun içinde esas itibariyle bugünkü HDP oyu da vardı diyebiliriz. 1999’da yani diğer tepe noktasında DSP (Ecevit) yüzde 22,19, CHP (Baykal) yüzde 8,71 almıştı. Toplam yüzde 31,9 yapıyor ancak DSP’nin sol olarak değil farklı ve milliyetçi bir parti olarak kodlandığı için olağandışı bir dönemeçte (Öcalan’ın yakalanıp getirilmesi) bu oyu aldığı unutulmamalı. Yani üst sınır aslında hep yüzde 30+ oldu. Bu durumu yani siyaset sosyolojisinin “tunç yasasını” sadece ve sadece genç, yeni, ilk defa oy kullanacak seçmen değiştirebilir.
Bir nokta daha var. Ekonomi, pandemi, enflasyon, kur vs. Bunlara rağmen “hoşnutsuzum” diyen seçmenin mühim bir bölümünün genellikle Albert Hirschman’ın meşhur üçlemesinden “voice” (şikâyet) aşamasında olduğunu, “exit” (terk etme) aşamasında olup olmadığının ise henüz belli olmadığını görüyoruz –ki bu median voter theorems (merkezdeki seçmen teoremleri) manzumesinin mekanizması gereği son düzlüğe kadar belli olmayacak. “Loyalty” (sadakat) erimiş fakat bunun şikâyetle mi kalacağı terkle mi sonuçlanacağı önemli bir seçmen kitlesi için henüz net değil. Terk edecekse de sandığa gitmeyerek mi terk edecek yoksa ideolojik olarak komşu bir partiye mi oy verecek belli değil. Müthiş güçlü bir “çizgi (patika)” bağımlılığının” olduğunu da –bir kez daha- görüyoruz. Yani partiye sadakat bitse bile “çizgiye” sadakat sürüyor. Bu nedenle her şey hem elbette İYİP’e ama ayrıca SP, DEVA ve Gelecek’e bağlı. Ancak açık ki seçimin ana motifi ekonomi. Seçmenin ideolojik optikten kırılarak da gelse esas olarak ekonomik oy verme davranışı göstereceği bir dönemdeyiz. Ekonomiye bakarak oy verme davranışı ne kadar yaygınlaşırsa ve seçmen ne kadar saf biçimde (sadece) ekonomik sorunlara odaklanırsa muhalefetin şansı o kadar artar.