Cumhurbaşkanlığı seçimi de tamamlandı ve Türk milleti, Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a beş yıl daha ‘başkanlık yetkisi’ verdi. Sn. Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP ise ana muhalefet olma görevini sürdürecek. Özellikle muhalefetin önümüzdeki günlerde nasıl şekilleneceği çok konuşulacak ama bu konuşmalar ekonomiyi hiç etkilemeyecek. O nedenle iktidar cephesinde ekonomi yönetimi ve politikalarının nasıl şekilleneceği çok daha önemli bir konu başlığı olarak önümüzde duruyor. Siyaset ve seçim süreçleri, her ne kadar sabit gelirli geniş kitleler için vaatler ve icraatlar açısından çok bereketli olsa da yaklaşık iki yıldır küresel ve bölgesel gelişmeler nedeniyle Türkiye ekonomisinin makro dengelerini bozan kararların alındığını unutmayalım. Bu kararlar, ‘makro ihtiyati tedbirler’ başlığı altında toplanabilir ve en önemlisinden en basitine tamamına yakını Türkiye ekonomisinin temel yapısına ve piyasa ekonomisi anlayışına işleyişine aykırı kararlardı. Bu nedenle Türk özel sektörünün finansmana erişimini çok olumsuz etkiledi. İhracatçının dövizle ilişkisini bozdu. Resmi ve serbest piyasada farklı döviz kurları oluşmasına yol açtı. Politika faizinin birkaç katı piyasa faizine neden oldu. Bu kararlardan geri adım atmak seçim öncesinde makro dengelerde ani değişikliklere yol açabileceği kaygısıyla mümkün olamadı. Muhalefet ise haklı olarak ekonomi yönetiminin yumuşak karnı olduğu için bu alanda sert tartışmalar açtı. Öyle oldu böyle oldu seçimler tamamlandı. Şimdi ekonomide yeni bir yol haritası olacak mı? Olacaksa buna göre yeni bir ekonomi yönetimi kurulacak mı? Tabii ki bu konuda kararı siyasi iradenin en tepesindeki isim Sn. Recep Tayyip Erdoğan verecek.
İlk işaretler neyi gösteriyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 2021 Mart ayından itibaren ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ inancıyla uygulamaya aldığı ‘enflasyona meydan okuyan’ faiz politikasını sert bir şekilde değiştirmesi beklenmiyor. Hatırlayalım, ‘Merkez Bankası Politika Faizi, enflasyonun altına indirildiği’ andan itibaren (2021 Aralık) ‘çok sert kur atağı ve onun da etkisiyle enflasyonda hızlı yükseliş’ yaşanmıştı. Aynı günlerde uygulamaya alınan Kur Korumalı Mevduat (KKM) ‘enflasyondan daha düşük faizin, kur ve enflasyonu yükseltici etkisini’ adeta frenlemişti. Sonraki küresel ve bölgesel gelişmelerin etkisiyle dünyanın her yerinde enflasyonlar azgınlaşmıştı. Bir süre sonra da ‘faiz artırarak enflasyonu düşürmenin pek mümkün olmadığına dair inançlar güçlendi’ ve Türkiye’nin ‘yüksek enflasyona rağmen faiz artırmaması’ çok da konuşulmaz oldu.
Ekonomi kadrosu değişecek ya faiz politikası?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Mayıs gecesi yaptığı konuşmada “Güven ve istikrar çok önemli. Güçlü bir ekonomi yönetimini bu iki kavramın üzerine kuracağız. Uluslararası itibara sahip bir finans yönetimi, yatırım ve istihdam odaklı bir üretim ekonomisi tasarlıyoruz. Sanayiden enerjiye her alanda giderek artan üretim gücümüzün sağladığı imkânları, herkesi şaşırtacak yeni bir ekonomik atılımın lokomotifi haline getireceğiz” dedi. Ardından Karadeniz’de devreye alınan yerli doğal gaz ile Gabar’da bulunan yerli petrolden bahsetti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, tebrik mesajında Türkiye’nin (Trakya’nın) enerjide hub (merkez) olmasına dair teklifini tekrar hatırlattığını anlattı ve bu yönde adımlar atılacağını söyledi. Bir bakıma ‘enerjide dışa bağımlılığın sebep olduğu dış ticaret ve cari açığın süratle düşürülmesi’ için her şeyin yapılacağına vurgu yaptı. Aynı anda ‘mevcut faiz politikasının değişmeyeceğine dair’ güçlü ifadeler de kullandı. Öyle anlaşılıyor ki ekonomi kadrosu değişse de ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ inancına bağlı düşük faiz politikası devam edecek. Oysa piyasada seçimden sonrası için genel beklenti ‘Erdoğan kazansa da politika faizinin 6 ay içinde yüzde 20’nin üzerine yükseltilmesi’ yönündeydi. Belki bizim gözümüzden kaçan birşeyler vardır ve bu konunun kısa sürede netleşmesi çok önemli.
‘Ekonomi battı, büyük kriz var’ söylemi seçmende neden tam karşılık bulmadı?
Öncelikle, tüm seçim süreci boyunca ekonomide ciddi sıkıntılar olduğunu herkes kabul etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da birçok konuşmasında sıkıntıları dile getirdi ve ‘bunları da ancak biz çözeriz’ dedi. Muhalefet ise Türkiye ekonomisinin hem çok büyük kriz içinde olduğunu hem de iktidar olmaları halinde birkaç ay içinde her şeyin düzeleceğini ifade ederek kendi iddiasıyla çelişkide kaldı. Seçimin ana ekseninin ‘soğan mı beka meselesi mi’ tartışmasına oturduğunu da gördük. Sonuç olarak hem TBMM’de çoğunluğu hem de Cumhurbaşkanlığı makamını, 21 yıldır ülkeyi yöneten aktörler kazandıysa ‘Ekonomi battı büyük kriz var’ söyleminin karşılık bulduğu düşünülemez. Peki, neden beklenen karşılığı bulmadı?
Bence bu sorunun iki yanıtı var. Birincisi, seçmen ekonomik sıkıntılar yaşasa da 21 yıllık Ak Parti, Erdoğan dönemdeki hissettiği güçlü refah artışının farkında. İkincisi ise şu veya bu nedenle yükselmiş güncel enflasyonun getirdiği temel tüketim ürünlerindeki hızlı fiyat artışları ve kiralardaki astronomik rakamlara karşı asgari ücretten emekli aylıklarına kadar ciddi ayarlamalar yapılması makul bir denge oluşturdu. Bu nedenlerle olsa gerek merhum Süleyman Demirel’e atfedilen ‘tencere iktidarı götürür’ sözü bu defa ‘tencere sanıldığı kadar boş olmadığı için’ havada kalmış görünüyor.