Seçime giderken ekonomi

İzlenen politikaların bedeli yüksek enflasyon ve döviz kurlarının yükselmesi oldu. Hükümet, ortaya çıkan yüksek maliyeti halka ödetmek niyetinde. Bunun adı da gelir eşitsizliği ve yoksullaşma. Halk çıkan faturayı gördü, bu yüksek faturayı öder mi, ödemez mi? Bunun yanıtını 14 Mayıs’ta göreceğiz.

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Türkiye ekonomisi 2017 yılından itibaren (Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçiş için Anayasa değişikliğinin yapıldığı yıl) kriz sinyalleri vermeye başladı. Önce enflasyon oranı tekrar çift haneli rakamları gördü; döviz kuru artışları enflasyon oranına eşlik etti. 2017 yılında dolar %20,7; Euro %23,2 oranında yükseldi.

2017-2022 döneminde büyüme oranı istikrarsız bir görünüm arz ederken pandemi krizi başladı. Pandemi döneminde diğer ülkeler gibi Türkiye de üretim kaybına uğradı. Özellikle tedarik zincirinde çıkan sorunlar bu kaybın daha üst noktalara ulaşmasına neden oldu. Hükümet, üretimdeki aksamayı engellemek için çeşitli teşvik politikaları uygulamaya başlasa da bu yeterli olmadı. Pandemi döneminde verilen teşviklerin GSYH içindeki payı %5 dolayında kaldı. Teşviklerden en yüksek payı uzun dönemdir kayrılan sektör konumundaki inşaat sektörü aldı. Bu dönemde uygulamaya koyulan Kredi Garanti Fonu kaynaklı krediler daha çok inşaat ve otomotiv sektörü için kullandırıldı. Krediye erişim kolaylığı sayesinde konutun yeniden para talebi fonksiyonuna girmesi nedeniyle konut fiyatları artmaya başladı (Bunun nedeni, finansal araçların reel getiri sağlamaması ve döviz, kur riski taşıdığı için konutun hatta otomobilin alternatif tasarruf aracı haline gelmesidir).

Özel sektörün faiz ve kur riski nedeniyle yatırımdan kaçması altına olan talebi de arttırdı. 2022 yılında Türkiye’nin net altın ithalatı 19,3 milyar doları buldu. Bu rakam cari açığın %39,7’sine denk gelmekte. İlginç olan bir başka veri de 2022 yılında cari açığın finansmanında net hata noksanının (yani kaynağı tam olarak tespit edilemeyen döviz giriş ve çıkışlar) 27,2 milyar dolarlık katkı vermesi. Daha açık bir ifadeyle, cari açığın %56,2’si kaynağı şüpheli döviz girişi sayesinde finanse edildi.

Cari açık

Cari açık ülkemizde sihirli bir kavram olarak anlatılmakta. Bunun da nedeni okumadan, dersini çalışmadan çok konuşanların ülkenin her köşe başını tutmuş olmalarıdır. Bu olgu, medyadan bürokrasiye, akademi dünyasına, özel sektöre vb. kadar geçerlilik göstermekte.

Cari açık bir ülkenin tasarruf açığıdır. Yani ülke tasarruftan çok, yatırım yaparsa; bütçe gelirleri giderleri karşılamazsa cari açık ortaya çıkar. Cari açık vermek için bunun finansmanı için kaynak bulmak gerekir. Çünkü veresiye cari açık olmaz. Cari açık düzeyinin belirlenmesinde dış ticaret açığının da önemli payı bulunmakta. Türkiye son yıllarda ihracatını arttırdı, 2022 yılında 254,2 milyar dolarlık ihracat yaptı; bu ihracatın %94,5’i imalat sanayi ürünü. İhracattaki bu artış ithalatı da hızla arttırdı; 2022 yılında 363,7 milyar dolarlık ithalat yapıldı. Bu gerçekleşmeler sonrasında dış ticaret açığı %137 oranında artarak 109,5 milyar dolara ulaştı. İthalatın %80,4’ü ara malından oluşmakta. Basit bir ifadeyle Türkiye’nin ithalat yapmadan ihracat yapması mümkün değil. Çünkü ithalatı, bir malı üretmek için kullanılan ara malları için yapmakta. Elbette bu ithalatta ilk sırada petrol ve doğalgaz gelmekte.

Türkiye’nin cari açık sorunun süreklilik göstermesinin altında izlediği iktisat politikaları ve sanayileşme stratejisi yatıyor. İktisat politikalarımızdaki kuralsızlaşma (örneğin TCMB’nin izlediği faiz politikası gibi) belirsizliği arttırmakta bu da yatırım hevesini kırıyor. Sanayicinin finansal imkanlara erişimi istenilen düzeyde değil. Özellikle  imalat sanayii üretiminin ve istihdamının yükünü çeken KOBİ’lerin krediye erişimi oldukça zor. TCMB, doğrudan tayınlama yapmasa da ihtiyati önlemlerle tayınlamaya gitmekte.

Sanayi politikası nedeniyle Türkiye dış ticarette açık vermeye devam ediyor. Bu duruma doğal olarak cari açık da benzer bir tepki veriyor. Geçmiş yıllardaki bu yapılanma aynen devam etmekte. Nitekim Ocak 2022’de yıllık cari açık 12,6 milyar dolar iken, 2023 yılının aynı ayında 51,6 milyar dolara yükseldi.

Son yirmi yıldır izlenen iktisat politikalarında inşaat sektörü kayırılmış sektör olarak öne çıktı. İnşaat sektörü dış ticarete konu olmadığından, sektör döviz kazandırmıyor, döviz kullanıyor. Bu sektöre yönelik kolaylaştırıcı politikalar imalat sanayiine, enerji sektörüne uygulansaydı, cari açık düşecek bu da döviz kuru üzerindeki baskının azalmasına destek verecekti.

Bütçe açığı

Türkiye özellikle 2014 yılı sonrasında bütçe dengesini sağlamada başarısız oldu. Pandemi döneminde izlenen genişlemeci para ve maliye politikaları bütçe açığını daha üst noktalara taşıdı. Nitekim sadece Ocak 2023’te bütçe 32,2 milyar TL açık verdi. Bütçe açığı makro göstergeleri takip eden ve doğru okuyanlar için sürpriz olmadı, çünkü 2023 bütçesi TBMM’de kabul edilir edilmez, borç limitini arttıran kanun da TBMM’den geçirildi, yani bütçe daha doğmadan sakatlandı.

Türkiye’nin borç yükü diğer ülkelere göre çok yüksek olmasa da sürekli artıyor ve artmaya da devam edecek gibi görünüyor. Çünkü Türkiye’de hükümet uzun dönemdir bütçesine sahip çıkmıyor, hatta bu da yetmediği için TCMB bilançosunu özellikle son beş yıldır kullanmaya başladı.

 Son söz

Türkiye’de bütçe dengesi son 10 yıldır özellikle de 2017 yılı sonrası bozuldu. TCMB de bundan payını aldı. TCMB adeta soyuldu. Hükümet ihtiyat akçesine kadar el koydu. Böylece dış ticarete konu olmayan yatırımlara, kayırılmış sektörler ve firmalar ile popülist uygulamalara kaynak aktarabildi. İzlenen politikanın bedeli yüksek enflasyon ve döviz kurlarının yükselmesi oldu. Hükümet, ortaya çıkan yüksek maliyeti halka ödetmek niyetinde. Bunun adı da gelir eşitsizliği ve yoksullaşma.

Halk çıkan faturayı gördü, bu yüksek faturayı öder mi, ödemez mi? Bunun yanıtını 14 Mayıs’ta göreceğiz.

Okuma Önerisi: İ. Semih Akçomak, Ahlaksız Büyüme.

Raymond Fisman, Edward Miguel, Ekonomi Haydutları: Yolsuzluk, Şiddet ve Ulusların Yolsuzluğu

Tüm yazılarını göster