Seçim zaferinden, düzen içi muhalefete

Mete BELOVACIKLI İZ DÜŞÜMÜ

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri, Türkiye’de siyasette dengelerin değiştiği bir dönüm noktası oldu. CHP en büyük 5 şehrin belediye başkanlığını kazandı, 47 yıl sonra Türkiye’nin birinci partisi oldu. AK Parti ise 22 yıllık iktidarında ilk kez seçim yenilgisi alarak ikinci parti oldu.

İşte bu tablodan hızla uzaklaşılan bir dönem yaşıyor Türkiye.

6 Mayıs 2024’de Bekir Ağırdır, Diken’de yayınlanan “Düzene muhalefet mi, düzenin içindeki muhalif olmak mı?” başlıklı yazısında şöyle bir saptama yapmıştı:

“…Şimdi yerel iktidarları kazanmış, siyaset üretme ve siyasi gündeme müdahale imkânı genişlemiş ve de moral üstünlük kazanmış bir CHP var.

Bu tablonun değişmesi, iktidar blokunun seçmen desteğindeki gerilemenin kalıcı bir eğilime dönüşmesi yalnızca Erdoğan’ın ve iktidar blokunun yapacaklarına değil, CHP’nin de 2028’e kadar nasıl bir siyaset öreceğine bağlı.

Benim anladığım, CHP’nin yeni siyaset tarzının ilk hedefi iktidarın siyasetsizleşme stratejisini bozmak, hayatın her alanında siyaset demek, siyaset yapmak. Devir alınan her belediyenin borç yükünün yaygın biçimde afişe edilmesi gibi sıradan görünen hareketin bile üreteceği toplumsal eğilimleri etkileyecek sonuçlar var.”

Bu haklı saptamaya rağmen 2023 kurultayında “değişim” diye ortaya çıkanlar, “normalleşme/yumuşama” politikalarıyla “düzen içinde muhalif” olmayı tercih etmiş görünüyorlar. Bu gün ne olduğu belirsiz bir “süreç” için “el artıran” CHP yönetimi tam da “o düzenin içine” yerleşmiş görünüyor.

Prof. Dr. Menderes Çınar, Fayn’daki röportajında şunları söylüyor:

“Artık Türkiye’de toplumun sorunlarını konuştuğumuz bir siyaset yok. İktidar ortakları var, çıkar ağları var. İlkelere, geleceğin kurulmasına göre değil güncel çıkarlara göre pozisyon alma var.”

Aslında bir süreden beri sıkça kullanılan “iç cephe” kavramı da buna işaret ediyor. Öyle bir noktaya geldik ki, Erdoğan’dan Özel’e, Bahçeli’den Ufuk Uras’a “terör” meselesi üzerinden bir hizalanma söz konusu.

Eğer Prof. Çınar’ın söyleşisinden devam edecek olursak;

“… Bir kere bu hükümet, bu anlayış, bilhassa Erdoğan, aslında Tanzimat’tan beri gelen en başta gayr-i şahsi devlet yönetimini sağlama anlamında modernleşme projesini geriye çevirmeye çalışıyor. Ve bunda, kurumları çökerterek vs. bir miktar başarısı var.

… Ama buna karşılık, Cumhuriyet projesinin o kadar da başarısız olmadığını hatta baya başarılı olduğunu da toplumsal muhalefetin diriliğinden anlıyoruz. Mesele bunu örgütleyecek bir siyasette. CHP şu anda bunu yapamıyor.

… Ortada bir başarı var, bir gerileme var, bir de miras kalan ana sorunlar var. Bu gerilemeyi durdurmak için miras kalan sorunlarla ilgili kapsayıcı ve bütünlüklü bir demokrasi projesi ile ortaya çıkmak gerekiyor. Onu yapmadan AK Parti’ye çok geniş bir oyun alanı bırakılmış oluyor. O da oralardan böl, parçala, baskı veya işte hiç bir şey yapmadan sadece manipülasyonla, siyaset yapıyormuş gibi yaparak, çözüyormuş gibi yaparak iktidarını devam ettiriyor.”

Bu değerlendirmelerin ışığında devam edersek, tartışmanın bir başka boyutuna da bakmak gerekiyor. O da CHP’nin ve CHP yönetiminin içinde bulunduğu durum. Tablo özetle şöyle; bir yanda zamana oynayarak parti içi egemenliğini perçinlemeye çalışan ve sonunda “görünen adayları” ekarte ederek Cumhurbaşkanı adayı olmayı tahayyül eden Özel var. Bir başka yanda bütün umudunu “kazasız belasız” seçime varabilmeye bağlamış ve kendi popülaritesinden zerre şüphesi olmayan, bu günden gelecek için yığınaklarını sağlamlaştırmaya çalışan ama hakkındaki davaların ve olası soruşturmaların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı bir İmamoğlu… Diğer yanda mevcut yönetimden ve Özel’in politikalarından mutsuz partililerin desteklediği ve çıktığı mahkemedeki ifadesiyle bu kitleyi tatmin eden Kılıçdaroğlu… Böyle bir yapıdan ne Ağırdır’ın ne de Çınar’ın vurguladığı muhalefet çıkıyor.

Yalnız şunu da eklemek lazım, gerek mahkemede verdiği ifadesi, gerek bu ifadeye karşı açılan tazminat davası için sarf ettiği cümleler, gerekse mahkeme sürecinin ilerleyen bölümlerinde gündeme getireceği kimi belgeler Kılıçdaroğlu’nu diğer isimlerden ayrıştırıyor.

Ancak, sonuçta daha üç beş ay önce yüzde 40’lara doğru yükselen CHP’nin “iç cephe”, “normalleşme”, “Kürtlere devlet teklif ediyorum” falan derken yüzde 30’a gerilediği gerçeği de bütün çıplaklığı ile ortada duruyor.

Diğer yandan Suriye meselesi ve Ankara’da giderek artan “Halep operasyonu” çığlıkları bütün siyasi hesapları alt üst edecek bir başlık olarak öne çıkıyor. SDG/PYD/YPG hamiliğine soyunmaktan, Halep’e girmeye uzanan pazarlıklar ve hesaplar gerek iç siyaseti, gerekse Türkiye’nin dış ilişkilerini temelden değiştirecek potansiyele sahip. Türkiye öyle bir yere savrulabilir ki siyaset, sadece “iç cephe” üyelerinin tekelindeki bir meşgale haline dönüşebilir.

Bir yanda görünen adayları” ekarte ederek Cumhurbaşkanı adayı olmayı tahayyül eden Özel, bir başka yanda hakkındaki davaların ve olası soruşturmaların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı bir İmamoğlu, diğer yanda mevcut yönetimden ve Özel’in politikalarından mutsuz partililerin desteklediği Kılıçdaroğlu var

Tüm yazılarını göster