Kitlelerin düşüncesi olmaz, duyguları olur. Kalabalıklar birlikte düşünmek için bir araya gelmez. Birlikte coşmak için, eğlenmek için, ağlamak ya da ağıt için gelir. Ortak duyguyu ne kadar yükseltirseniz, kitleler o kadar arkanızdan yürür. Egonun düşünmeye değil inanmaya eğilimini göz ardı etmeleri nasıl materyalistlerin en büyük hatası olduysa, bizim sosyal demokratlarımızın da kitleler ile bütünleşmemeleri en büyük becerisizlikleridir. Geçen hafta Freudian kuramdan hareket ile çocuğun hayatı boyunca ilk yıllarındaki anne ve baba algısından kaynaklı üstün bir gücün varlığına olan inancının temel bir dış dünya algısı olarak sürekli ortaya çıktığını yazmıştım. Bir taraftan bilinçaltında üstün bir güce olan inanç, diğer taraftan eksik olma hissi bizi sürekli kıskanç altına alır. İnsan, onaylanmak, kabul görmek ve diğerleri gibi olmak ister. İşte bu yüzden kendi özgür iradesi ile kararlar almak yerine farkında olmadan hep güçlü olanın onaylayacağı ve genel kabule uygun kararlar alır.
Freud’un çalışmalarını tekrar dirilten Lacan’a göre bebekler 6 ile 18 ay arasında kendi suretini aynada görünce büyük bir zihinsel kırılma yaşar. Hayvanların hiç birisi aynada gördükleri şekle dair düşünmezler. Bebek sadece kendi suretini algılamaz, çevreyi de denkleme katmaya başlar. Anne karnında tam olan ve egosu (benlik) olmayan bebek uzun aylar sadece annesine bakarak yaşar. Yani özne, bilincini ötekinden hareket ile kurar. Lacan ayna evresi üzerinden öznenin bilincinin nasıl üstün güç yönünde şekil aldığını çok güzel anlatır. Bebeğin kendisini aynada gördüğü an, eksikliğinin farkında olduğu ve egosunun oluşmaya başladığı 0 noktasıdır.
Eksik canlı insan, uzun süre bakıma muhtaçtır. Nasıl yardım isteyecektir? Ağlayarak. Sonrasında konuşarak. Dil bizi hayatta tutan ve doğadaki zincirde yukarı zıplatan en önemli yetimizdir. Hayvanlar içgüdüsel olarak hayatta kalırken biz sürekli istemek ve konuşmak zorundayız. Lacan’a göre insanın iki ölümü vardır: 1-biyolojik ölümü 2-dilin prangası. Dil bir prangadır çünkü zihnimiz ile dil hiçbir zaman %100 örtüşmeyecektir. Dil kısıtlıdır. Sınırlıdır. Subjektiftir. Yani insanoğlu duygu ve düşüncelerini ifade ederken dahi tamlık hissi yaşamaz. Tüm bunların üzerine çocuklukta yaşanan taciz, tecavüz, şiddet, aşağılanma, kötü beslenme ve dışlanma gibi acı tecrübeleri eklersek, insanın yani egonun mükemmellikten ne kadar uzak olduğunu anlarız.
Günün sonunda herkesin tek bir oyu vardır. Öznel zihin yapılarından ve sair eksiklik hallerinden müteşekkil bir toplum ayrıca beka tehdidi hissediyorsa rasyonel değil duygusal kararlar vermesi doğaldır. Bir ülkeyi yönetmeye talipseniz, en iyi psikolog, sosyolog, filozof, ekonomist ve sosyal bilimciler ile çalışmak zorundasınız. Kadrolarınız fark yaratır. Fakat esas farkı lider yaratır. Liderlik eğitimle olmaz. Karizma doğuştandır. Barack Obama sadece siyahi olduğu için insanların bir de azınlık bir gruptan başkanımız olsun empatisi ile seçilmedi. Hitabeti, diksiyonu, ses rengi, fiziksel özellikleri tüm düşünsel faktörlerin önündedir. İnsanlar kendilerinden başarılı, güçlü, yakışıklı, zeki ve cesur liderleri takip ederler. Tüm bu faktörler, insanların noksanlarını tamamlama vaadidir. Diğer önemli bir kriter, özgünlüktür. Liderin özgün bir tarzı olması gerekir ve bu da büyük oranda doğuştandır.
Asıl faydanın inovasyon ile sağlanacağını düşündüğüm için kamu politikaları yüksek lisansıma rağmen bu köşede güncel siyasi konulara girmemeyi tercih ediyorum. Fakat Türkiye bir dönüm noktasındayken sorumlu vicdan gereği tarihe birkaç hususu not düşmek gerekir. Muhalefet, Kemal Kılıçdaroğlu aday olduğunda bu seçimleri kaybetti. Sayın Kılıçdaroğlu, hiç kuşkusuz ülkenin yetiştirdiği en değerli bürokrat ve devlet adamlarındandır ama insanları harekete geçirmek, kitleleri dalgalandırmak çok başka bir meziyet.
İYİ Parti haklı gerekçelere sahipti. Yavaş ya da İmamoğlu, denklemi ve sonucu değiştirebilirdi. Lakin o anda varım deme cesareti yine bir liderlik vasfıdır. Demokrat olduğunu söyleyenlerin masada başka isimleri tartışmaya dahi açmamaları ne kadar demokrat bir tutum? Siyasette başarının tek ölçütü vardır: kazanmak. Tabi başka hesaplarınız yoksa. Toplumu okuyamayan ve strateji kuramayan 5 kişi, liderlik kumaşına sahip olduğunu söyleyebilir mi? Dışarıdan görünen, CHP’de bir liderlik sorunu olduğu gibi strateji ve uyumlu kadro sorunu da yaşandığı. Baştan aşağıya yenilenmesi şart. Sosyal medyada Türkiye kaybetti görselleri dolaşıyordu. Sevgili genç kardeşlerim, hayır Türkiye kaybetmedi. Türkiye büyük bir ülke. Yolunu çizer, yoluna devam eder. Şansının zayıf olduğunu bile bile kendi hesapları için Kılıçdaroğlu’nu yanıltan ve kamuoyu oluşturan “gazeteciler”, dedikodudan başka bir bilgi üretemeyen yorumcular, CHP hizipleri ve ülkesi yerine partisinin ışıklarını açık tutmayı tercih eden % birlikler kulübü kaybetti. Bu saatten sonra İYİ Parti’nin yarım bıraktığı işi tamamlamasını, tüm şahsi beklentileri bir kenara bırakarak ülke için AK Parti ile diyaloğa girmesini ve ekonomi kadroları ile yeni hükümete destek vermesini öneririm. Mevcut koşullar altında, düze çıkana kadar Türkiye için en akıllı çözüm bu olur. Obama’nın en büyük rakibi Hillary Clinton’ı Dışişleri Bakanı yaptığını unutmayalım.