2023 sadece çok önemli bir seçimin yapılacağı yıl değil. Aynı zamanda Eylül 2021’den beri uygulanmakta olan sürdürülemez ekonomik programın en az seçime kadar sürdürülmeye çalışılacağı bir yıl. Dolayısıyla 2023 sonunda Türkiye ekonomisinin nasıl şekillenebileceğini öngörmek çok zor. Sürdürülemez durum hangi koşullarda sürdürülebilir? Seçim sonrası ekonomi politikası nasıl olur? Seçimi hangi ittifakın kazandığına bağlı olarak uygulanacak politikada büyük farklılıklar görebilir miyiz? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Daha az hatalı bir tahmin yapmak için 2023’ü ‘seçim öncesi’ ve ‘seçim sonrası’ olarak iki ayrı bölümde ele almak uygun olacak.
Önce birkaç hatırlatma yapayım. Kasım 2022-Ekim 2023 döneminde Türkiye’nin vadesi gelen dış borcu 186 milyar dolar. Tüm 2023 için üç aşağı beş yukarı bu civarda bir dış borç geri ödemesi olacak. Bu tutarın önemli bir kısmı için bir sorun yok; alışılageldik ticari ilişkilerden doğan bir borç. Ancak özellikle risk priminin yüksek olduğu dönemlerde ve büyük merkez bankalarının faiz artırım sürecinde oldukları koşullarda, yüksek maliyet ödemek istemeyen borçluların bir kısmı vadesi gelenden daha az borçlanmak isteyebilirler. Keza isteseler bile borçlanamayacaklar olabilir. Bunların net döviz talebi yaratacağı açık.
Bir de önemli tutarda cari açık var. 2022’nin ilk on bir ayında 100 milyar dolar dış ticaret açığı, ilk on ayında ise 38 milyar dolar cari açık verdik. Ham petrol fiyatlarında bir ölçüde gevşeme var. Enerji dışı emtia fiyatları ise yüksek düzeyde seyrediyor. İhracatımız açısından işler yolunda gitmiyor –özellikle Avrupa ekonomisinde sorunlar var. Tüm bunlar ‘normal koşullar altında’ bile döviz kuruna yukarıya doğru baskı anlamına geliyor. Oysa seçim ekonomisi uygulaması başladı.
Seçim öncesinde yaşanacak ekonomik gelişmeler çok büyük ölçüde döviz kurunun nasıl şekilleneceği ile ilgili. 2022’nin ikinci yarısında ekonomimiz durgunluğa girdi. Üçüncü çeyrek ikinciye göre, dördüncü çeyrek de üçüncüye kıyasla yerinde saydı. Seçime giderken, ekonomiyi durgunluktan çıkarmak uğraşısı ağır basacak. Bütçe harcamaları önemli miktarda artırılmaya ve kredi muslukları sonuna kadar açılmaya çalışılacak. ‘Çalışılacak’ diyorum çünkü her ikisi de döviz talebinin büyük ölçüde artması anlamına geliyorlar. Çünkü daha yüksek dış ticaret ve cari açık demek bütün bunlar.
Bu koşullar altında ‘tam gaz seçim ekonomisinin’ karşısındaki en büyük engel, artacak döviz talebi ve kura yukarıya doğru baskı olacak. İki sonucu var bu olası gelişmenin. Birincisi, mümkün olduğunca seçimin öne alınması. İkincisi, yeni dış borç arayışları. İkisi de ‘tam olarak’ mümkün olmuyorsa seçim ekonomisinin şiddetinin azaltılması. Karışık bir durum. Muhtemelen bunların bir bileşimini göreceğiz.
Bu tür bir politikanın sürdürülebilmesi halinde enflasyonun salt ‘baz’ etkisi ile düşmeyeceği açık. Özellikle, seçim normal tarihine doğru yapılırsa. Mayıs sonu itibariyle yüzde 45 civarında bir enflasyon hüküm sürüyor olabilir. Kur, ‘kontrollü yükselişini’ sürdürür. Cari açık yükselir. Özel tüketim ve kamu harcamaları kaynaklı ‘hormonlu’ ve geçici bir büyüme gözlenir. Yok, zaten kura baskı dayanılmaz boyutlara geliyorsa, hem kur artışı hem de enflasyon oldukça yüksek olacaktır. Ne kadar yüksek olacağını öngörmek çok zor. Temelde bulunacak ‘taze’ dış borca bağlı. Bu koşullarda büyüme oldukça sınırlı kalır, yoksulluk artar ve gelir dağılımı bozulur.
Karmaşık bir durum kısacası. Bir uçta seçim ekonomisini çok hafif götürüp, taze dış borç arayışını en azda tutmak var. Öbür uçta, yeni döviz girişi sağlayıp tam gaz seçim ekonomisine gitmek.