Değil elbette… Bizi öldürmeyen yara güçlendiriyor ama maliyet de ödetiyor. Kurt, kışı atlatır da çektiği ayazı unutmazmış. Ambargo, yaptırım her neyse, başımıza ilk kez gelmiyor. Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra 70’ler, 80’ler; 90’lar, 2000’ler ambargolarla geçti. Kazanımımız; savunma sanayimizi kurmak oldu.
Patriot dediler, ANKA dediler, F-16, F-35, vergiler, kotalar, yaptırımlar… Geldiğimiz noktada bugün ivmelenmiş bir savunma sanayimiz var. Belli ki son yaptırımlarla ihtiyaç duyduğumuz teknolojileri ya kendimiz üretecek veya başka işbirlikleri geliştirerek edineceğiz.
Fakat sorun şu ki biz savunma sanayini sadece kendi ordumuzun ihtiyaçları için değil, ihracata yönelik üretiyoruz. Amerika’nın yaptırımlarıyla gelen teknoloji, finans ayakları çözülür de kendine hiçbir alanda rakip istemeyen ABD’nin, özellikle Avrupa pazarına satışını baltalayabileceği ortada…
Peki, korkmalı mıyız? Asla… Sadece bu ve benzeri ambargolara kızmanın ötesine geçip, tedbir geliştirmeliyiz. Teknolojiden başlarsak, 211 üniversite, 1600 Ar-Ge merkezi, 100 teknokent, gayretinizi görelim. Finansa gelince; ABD kötü müttefik ise başka ittifaklar pekâlâ bulunabilir. Buluyoruz da…
Savunma sanayimiz, yaptırımlara karşı savunmasız değildir. Belki de bu yaptırımlar bize dış politika ve diploması reformu için hayırlara vesile olacaktır.
SENİN GİBİ DOST VARKEN HASMA GEREK YOK
Şu bize yaptırım koyan CAATSA’nın açılımı ilginç; “Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act.” Yani; “Amerika’nın hasımlarıyla yaptırımlar yoluyla mücadele etme…”
Hasım kelimesi, düşmanlık demek. Hem NATO müttefiki hem hasım… Bir zamanlar bu toprakta “Amerika dostumuz, feda olsun postumuz” diyenlere bu hasım ifadesini tarihi not düşelim.