Bir insan olarak, hemcinslerimizin arasında barışın, dayanışmanın, birlikte yaşamın zorluklarını yenmenin en güvenli yolu olduğunu biliyorum.
Yaşamı anlamaya başladığımızda, bilge insanların “Barışı korumak için savaşa her an hazır olun” çağrıları zihinlerimizin derinliklerinde yer edinmeye başladı.
Yaşamın kendi akışında, ne zaman bir zaferin kutlaması gündeme gelse, ne zaman bir yenilginin ezikliğini hissetsem, “savunma kültürümüzün” nasıl oluştuğunu ve nasıl çoğaltıldığını düşürüm. Aklıma Bill Clington’un bir yazısından öğrendiğim “sopa-kalkan ilkesi” gelir. Güçlü olan zayıfı, elindeki sopayla rahatsız ederse; zayıf olanlar kendilerini korumak için kalkanlar oluşturur; birleşerek zorbayı yenerler.
İster düşünce dünyasının derinliklerinde gezinelim, dilerseniz inanç dünyamızın kalelerine sığınalım deneylerimiz ve deneyimlerimiz kanıtlar ki, kendi düşündüklerinin “mutlak doğru” olduğuna inanan insandan daha tehlikeli bir silah yoktur. Ne yazıktır ki, gücüne inanarak başkalarının hakkını görmezden gelen insanlar, topluluklar ve toplumlar da olmuştur.
Savunma, bir varoluş sorunu olarak her zaman gündemimizdedir. Savunma konusunu çok değişik pencerelerden bakarak değerlendirme olgunluğu güç yaratır. Her ülkenin geleceğinde hayati noktada olan savunma, Türkiye Cumhuriyeti için de kritik önemdedir. Ülke hedeflerinde rol oynama kapasitesi bir hayli yüksek sektörler arasındadır. Bu açıdan geleceğe ilişkin kurgularda, planlamalarda güçlü fonksiyonu vardır.
Savunma konusunda düşündüklerimizi paylaşırken, yanılabilme özgürlüğünü sonuna kadar kullanacağız. Savunma sistemimizin yumuşak ve sert güçlerini oluşturan bazı konular hakkında ne düşündüğümüzü tartışmayı deneyeceğiz.
Eksik değerlendirmelerimizi tamamlayanlar, yanlışlarımızı düzeltenler, yaşamın öz gerçeğine doğru ilerlememizi kolaylaştırır. Sadece kendi bildiğini tek doğru sananlar da bizleri kendi sınırlı yankı odalarına hapsetmeye çalışır. Özellikle savunma sorunları sorgulamak istediğinizde, ilkesiz gizlilik duvarları arkasında kendi aşırı pragmatist ve popülist söylemlerini saklamak isteyenler cephesi oluşabilir. Zamanın gereklerini arama yerine, cepheleşme her zaman güç kaybettirir.
Yeni düzenlerin kurulduğu, yeni güçlerin oluştuğu, yeni dengelerin kurulmaya çalışıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Bu çok kritik değişim ve dönüşüm sürecinde “toplumsal kültürümüzde savunma” konusunun bağlamlarını özenle irdelemeliyiz.
Yaşadığımız coğrafyanın dayattığı uyanık olma ihtiyacı üzerinde durmalıyız. Savunma araçları-odaklı söylem yerine, etki-odaklı kavramsal gelişmenin önemini düşünmeliyiz. Çağımızın genel teknolojisini oluşturan, savunma alanında da belirleyici etkilere sahip olan yarı iletken teknolojide boşluk yaratmama konusunu ele almalıyız. Asıl önemlisi, savunma sanayimizde geliştirici etkilerini hızlandırmak için “dil özeni” konusunu da irdelemeliyiz.
Düşüncelerimin, duygularımızın ve uygulamalarımızın karmaşıklığı giderek artıyor. Belirsizliklerin ölçeği büyüyor. Ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik ağlarının yapı ve işlevleri farklılaşıyor. Ulaşılabilirlik dediğimiz zaman, büyük bedeller ödediğimiz zaman sahip olacaklarımızı anlatmak istiyoruz. Erişilebilirlik terimiyle de, uygun yerde, uygun zamanda, uygun maliyette, ihtiyaçlarımızı elimizin menzili altına tutabilmeyi anlıyoruz.
Savunma bir toplumun “varoluş” sorunudur. Geçmişin zaferlerini ve yenilgilerini değerlendirirken, kazandıran ve kaybettiren etkenlerin neler olduğunu nesnel biçimde değerlendirme varoluşumuzu güven altında tutmanın gerek şartıdır.
Fatih’in top döktürdüğü Urban Usta günlerinden, çelik kubbe gibi hava savunma sistemine giden uzun yolda “en etkin gücün”, toplumun “savunma kültürü” olduğunu söyleyebiliriz. Halil İnalcık’ın makalelerinde anlattığı gibi, kültürün değerleri dediğimizde, düşünce, inanç, eğitim, ticaret, finansal, bilimteknoloji, sosyal-kültürel ve siyasal, hukuk ve yönetim sistemlerini “kavrayışın arka planını” oluşturan “değerler sistemini” dikkate almalıyız. Bir de çıplak gücümüzle yapamadığımız, aklımızı kullanarak geliştirdiğimiz araç-gereçlerden oluşan “kültürün unsurlarını” ihmal etmemeliyiz.
Rasyonel otorite olarak kabul ettiğimiz tarihçiler, tarihin her döneminde toplumumuzun “savunma araçları-gereçlerini üretme” konusunda kültürel önyargıların, kalıp düşüncelerin, yerleşik doğruların ve ezberlerin tutsağı olmadığını belirtirler. İstanbul kuşatmasında topların, Mısır’da Memluklu ordusu karşısında Sinan Paşa’nın ateşli silahları yaygın bilinen örnekleridir. Toplumumuzun var oluşunu sağlamak için savunma araçgereçlerine sahip olma söz konusu olduğunda, “kültür taassubunun” tuzaklarına düşmeme kültürü vardır. Savunma araç-gereçleri üretme söz konusu olduğunda ciddi bir destekleyici iradenin varlığı bütün güçlerin ötesinde bir anlam taşır.
Yakın tarihimizde de hep birlikte yaşananlar toplumun bu pozitif özelliğini bir kez daha somuta yansıtmıştır: Kıbrıs harekatında aynı ittifaklar içinde yer aldığımız büyük güçlerin ya da bölgesel ve yerel güçlerin “ambargo” uygulamaları kendi “savunma sanayimizi geliştirme iradesini” güçlendirmiş; yaklaşık yarım yüzyıldır toplumun ortak iradesi bağımsız bir savunma sanayi geliştirmesinin bedeli ödenmiştir. İster geçmişin dersleriyle güçlenen “tarih bilinci” olarak değerlendirelim, dilersek bütün dünyanın yaşamakta olduğu, geçmişten çok farklı bağlantı, iletişim-etkileşim, rekabet ve işbirlikleri gerektiren “yeni dalgaya” uyum bilinci olarak algılayalım; toplumun savunma araç-gereçleri üretimindeki kültürel kavrayışı en büyük güç olarak değerlendirilmelidir.
Toplumumuzun yaşadığı sayısız deney ve deneyiminden sentezlediği “savunma kültürünü” çoğaltan bir başka etken yaşadığımız “coğrafyadır”.
Timur’u anlatan bir tarih kitabında Toktamış ve Altınordu devletine iki, Gürcistan’a da kimilerine göre altı, kimilerine göre sekiz sefer düzenlemesini okuyunca, coğrafyamıza hükmetmek isteyen güçlerin hangileri olduğunu merak ettim. Özellikle Hazar’dan Ege’ye uzanan bu coğrafyanın ne kadar hareketli ve değişken olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Pers İmparatorluğu’ndan Bizans’a, Moğollar’dan Osmanlı’ya, Rusya‘dan diğerlerine bölgeyi kontrol etmek istemeyen bir büyük güç yok gibi.
Bugün durum çok mu farklı? Ukrayna’dan Filistin’e büyük güçlerin, bölgesel güçlerin ve yerel güçlerin bu kadar hareketli olduğu, ülkemizdeki anlatımıyla “Eşkıyanın sabaha ne yapacağı belli olmaz!” genellemesini bu kadar doğrulayan başka coğrafyalar çok sınırlı. Bu coğrafya, savunma sanayine gerekli önemi vermeyen bir toplumun varoluşunu sürdürmesine imkân yaratmıyor.
İskitler’in yaşadığı dönemde olsak, üstümüze gelen büyük güce, “Bizim dünyada dikili tek ağacımız yok. Bugün burdayız, yarın başka bir yere göçer ve konarız. Bizim değerlerimize saldırırsan o zaman seninle savaşırız…” diyebilirdik. Yerleşik bir toplumun varoluşunu sürdürmesi ve uzun dönemli geleceğini güven altına alması, “Su uyur, düşman uyumaz” sözünün gereklerini yerine getirmesine bağlı.
Yaşadığımız coğrafyayla ilgili büyük güçlerin çıkar hesaplarında hakkımızı korumak ve varlığımızı sürdürmek için işin sırrının dengede olduğunu bilmemiz gerekiyor. Dengeleri kurarken, sert gücü oluşturan savunma sanayinizi caydırıcı etkisinin gerekli ağırlıkta olması önemli.
Toplumlar, yaşadığı coğrafyadaki büyük, bölgesel ve yerel güç odaklarının stratejik çıkarlarını, taktik uygulamalarını, operasyonel güçlerini bilmek zorundadır. Bizim toplumumuzun çok uzun devlet geleneği, sayısız çatışma örsünde sağlamlaşan pratik bakış açısı da savunma sanayini ihmal etmemesini öğretir.
Ayrıntılı coğrafya bilgisi olmadan, coğrafyanın yarattığı zaaf ve güçleri değerlendirmeden yaşama şansımız yok. O zaman, savunma konusunda temel değişmezlerden biri, savunma ihtiyacını doğuran ekonomik, sosyal ve kültürel etkileri iyi anlamak; gerekli öngörme ve önlem alma disiplininden ödün vermemek, sistemle gözetmek ve denetlemek gerekiyor.
Özetle değinilen gerçeklik bizi başka bir noktaya taşır: Savunma sanayi konusuna araçgereç odaklı anlatımdan çok kavramsal gelişme açısından soruna yaklaşmayı gerektirir. Çağın değişim ve dönüşümünün yarattığı kargaşayı kavrayışa dönüştürebilecek kavram üretimi, kavramlarla niteliksel düşünme ihtiyacı vardır.
Teknolojinin araç-gereçleri anlatılırken, genellikle somut araçlara odaklanılır. Araçlara değil algılarımıza etkisini hesaba katarsak, kavramsal gelişme daha derinliğine kavrayışı hızlandırır.
Günümüzde olgular, olaylar, kurgular ve biçimlerden oluşan dış düzlem insanlık tarihinde hiç tanık olunmayan değişmeler yaşıyor. Toplumsal katmanlar, milliyetler, tarihsel ortamların yarattığı sosyal düzlemler alabildiğine farklılaşıyor. Düşünceler, düşünce tarzları ve diğer yönelişlerin yarattığı anlatım düzlemleri yeni bileşen ve bağlamlar gerektiriyor. Duygularımız, yaşamı algılayış biçimimiz, sosyal iletişim ve etkileşim tarzımız, içsel karakterimiz yanı psikolojik ihtiyaçlar oluşturuyor. Fiziksel olanak ve kısıtlarımız ve hedeflerimiz yeniden tanımlanıyor. Yaşam örgütlenmesinin kendine özgü yaratıcılığı da var olma, varlığı koruma, uzun dönemli geleceği güven altına almada yeni adlar, kavramlar, terimler ve düşünceler gerektiriyor.
Sahip olduğumuz araçgereçleri, özellikle savunma odağından baktığımızda “caydırıcı olma niteliği” önem taşıyor. İsrail’in nükleer silaha sahip olması, İran’ın gündeminde bulunması, bir bölge ülkesi olarak burada yaşayan herkesi ilgilendiriyor.
Araç-gereç üretiminde bağımlılık ve bağımsızlık etkeni, caydırıcılık gücü gibi özellikler teknik becerilerimizi geliştirme ihtiyacını artırıyor. Teknik beceriler de yeterli olmuyor, sosyal becerileri de geliştirerek kendimizi savunabileceğimiz alanları genişletmemiz gerekiyor. Bilim-teknoloji düzeyimizi, mühendislik birikimimizi, matematik gücümüzü geliştirmeden ya da bu etkenleri dikkate almadan etkili savunma araçları üretilebilir mi?
Başka bir odaktan bakarsak, güçlü bir savunma sanayinin gerektirdiği “sosyal becerileri” de dikkate almalıyız: İlk adımı yüksek düzeyde özfarkındalık yaratan ve çoğaltan bir anlayış içinde olmadır. İkincisi, güçlü öğrenme ve anlama disiplinini toplumun derinliklerine yayma. Üçüncüsü, iletişim ve etkileşimi güçlenen bir halk desteği. Dördüncüsü, ortak çalışma ve kolektif güç bilincini yükseltme. Beşincisi, başkalarını anlama ve güçlü yanlarını öne çıkarma. Altıncısı, savunma konusunda vazgeçilmez ideallere sahip olma ve yaratmak istediğimiz sonucu gözden ırak tutmama. Yedincisi, olup bitenleri bütünsel dinamik değerlendirmelerden geçirerek her an hazır bir zihni altyapı oluşturma. Sekizincisi, proje-odaklı yönetim disiplini. Ve dokuzuncusu, yüzleşme özgüveni ile hata kültürü oluşturarak geribildirimlerle ödünsüz gözetim ve denetim yapabilme.
Savunma sanayini sadece ürettiğimiz araç-gereçlere indirgersek hata yaparız. Toplumun teknik becerisi kadar sosyal becerisinin yüzleşme özgüveni, savunma sanayinde “hüner ve yaratıcılık düzleminin” neresinde olduğumuz sorgulamaya götürmeli bizi.
Hüner, başkalarının ürettiği savunma araç-gereçlerini en iyi olanların düzeyinde üretebilmektir. Yaratıcılık ise, hünere akıl katarak rakiplerden daha farklı, daha etkili olanına sahip olmak.
Savunma sanayinde yarıiletken teknolojinin belirleyiciliğini mutlaka masaya yatırmalı, ülkemizin yarattığı kapasite ve teknik olanakların yarı iletken teknoloji bağlamında zayıf ve güçlü yönleri sorgulanmalıdır.
Çip üretimi ve tasarımı, savunma araç-gereçleri ve sistemleri üretmeyi birinci dereceden etkiliyor. Yarı iletken teknoloji genel bir teknoloji olma yolunda hızla ilerliyor; bağımlılık düzeyini artırıyor. Ülkeler yarı iletken teknolojiye hakim ise, başka odaklara bağımlılığını azaltıyor. Genel teknolojiye dönüşen yarıiletken teknolojinin savunma alanındaki konumunu çok net olarak değerlendirmeden ve gereklerini yapmadan üretimde bağımsızlıktan söz edilemez.
Yarı iletken teknoloji alanında gelişmelerin de dikkatle izlenmesi gerekiyor. Tasarım ve laboratuvar aşamasındaki gelişmeler güç dengelerini bozacak yeni araç-gereç üretimine yol açabiliyor.
Konvansiyonel teknolojilerde boşluklar da önemli. Kaliteli çelik üreten ve üretmeyen ülkelerdeki savunma araçgereçlerinin kalite ve işlevselliğine farklılıklar oluştuğunu işin ehli olanlar biliyor.
Savunma sanayi ve sivil alanı etkileşimi üretim stratejilerinde mutlaka değerlendirilmesi gereken hususlardan bir diğeri. Başlıklar halinde kısaca değinilen savunma sanayini geliştirme sorunlarının bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Bir başka gereklilik de bu konuda her düzlemde kullanılan “dil özeni”.
Toplumun ortak algısının gücü, savunma sanayinin geliştirilmesinde hayati önemdedir. Savunma sorunları, toplumun en ince damarlarına sinen ortak algı gerektirir. Savunma alanında gücü geliştirmenin ve çoğaltmanın en etkin aracı “ortak dili” yaratmadır.
Yapılan işlerin ve yaratılan sonuçların “anlatım dili” kapsayıcı olmalıdır. Ulusun ortak kültürü, ortak iradesi ve ortak kaynaklarının yarattığı sonuçları, bir kişinin ya da grubun eseriymiş gibi ortaya koymak sakıncalıdır. Savunma sanayinin ulaştığı başarılar ve ulaşacakları hepimizindir; ayrıştırıcı bir dilin kullanılmasına toplum olarak izin vermemek gerekir.
Ayrıştırıcı değil, birleştirici “dil özeni”, toplumun “dinamik durum değerlendirmesi” yapabilmenin, bilincini diri tutmasının da gereğidir. Bir adım ötesinde İlkeli ve ilkesiz gizlilik konuları da netleştirilmelidir. “Yeni Dalga” savunmada araçgereç üretiminin gündemde diri tutulması da ayrı bir önemde sorumuzdur.