Londra - İngiltere(Birleşik Krallık) 12 Aralık’ta genel seçime gidiyor. İngiltere’yi 31 Ekim’e kadar Avrupa Birliği’nden çıkartarak Brexit cennetine sokacağını vadeden Muhafazakar Başbakan Boris Johnson bu vaadini yerine getiremeyince erken seçime gitmeyi tercih etti. Ben de geçen haftadan beri İngiltere’deyim ve burada yayınlanan gazeteleri yakından takip ederek olan biteni anlamaya çalışıyorum.
The Guardian gazetesinde önceki gün yer alan verilere göre Boris Johnson’un başbakanlık koltuğuna oturduğu Temmuz ayında yapılan kamuouyu yoklamaları Muhafazakar Parti ile İşçi Partisi’nin seçimi kazanma şansını başabaş gösteriyordu. Son anketler ise Muhafazakar Parti’nin oyların yüzde 40’ını, İşçi Partisi’nin ise oyların ancak yüzde 29’unu almasının beklendiğini gösteriyor. Önceki gün sonucu açıklanan son kamuoyu yoklamalarından birine göre (Yougov) iktidardaki Muhafazakar Parti’nin oyların yüzde 45’ini, muhalefetteki İşçi Partisi’nin ise oyların ancak yüzde 28’ini alması bekleniyor. Diğer bir kuruluşa (Survation) göre ise 12 Aralık’ta Muhafazakar Parti oyların yüzde 42’sini, İşçi Partisi yüzde 28’ini, Liberal Demokrat Parti ise yüzde 13’ünü alacak.
Bu veriler Boris Johnson’un başbakan olmasının Muhafazakar Parti’nin oy oranını ciddi biçimde artırdığını, muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Corbyn’in ise bu atağa cevap vermekte yetersiz kaldığını gösteriyor.
İngiltere’de ‘sol tehdit’ paniği
Eldeki tüm veriler İşçi Partisi’nin 12 Aralık seçiminde başarılı olmasının beklenmediğini gösteriyor ama Guardian dışındaki gazetelerin hemen hepsinde “radikal sol iktidara geliyor, ekonomiyi çökertecek, ülkeyi felakete sürükleyecek” telaşının pompalandığı görülüyor. İşçi Partisi lideri Corbyn, kundaktaki bebekleri bile korkutan çirkin ihtiyar olarak gösteriliyor.
Ülke ekonomisini resesyonun eşiğine getirmiş olan Muhafazakar Parti seçim arifesinde birden popülist olmaya karar verip abartılı vaatlerle dolu bir seçim manifestosu açıkladı ama İşçi Partisi’nin 2030 yılına kadar tüm İngiltere’yi ultra hızlı geniş bant internete kavuşturma vaadi yoğun ilgi çekince medyadaki “sol geliyor” korkusu paniğe dönüştü. İşçi Partisi hedef tahtası haline getirildi. Bu ortamda solun iddialı reform programını halka anlatması ve halkın yaygın desteğini sağlaması olanaksız hale geliyor.
İşçi Partisi’nin çeşitli konulardaki tavrının ve liderinin söyleminin partinin başarı şansını azalttığını ileri sürenler de var ama medya ve sosyal medya üzerinden yaratılan bu “savulun sol geliyor” paniğinin demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de yaşanması gerçekten şaşırttı beni. İngiltere’yi Brexit çıkmazına sürükleyen ama Brexit vaadini tutumayan Muhafazakar Parti, ülkeyi resesyonun eşiğine getiren Muhafazakar Parti ama medyanın büyük bölümünün tu kaka ettiği ve tehlike olarak gösterdiği parti İşçi Partisi.
ABD’deki ‘sosyalizm geliyor’ paniği
ABD’de başkanlık seçimi 2020 yılının Kasım ayında yapılacak ama orada da seçim havasına girildi şimdiden. Kendini ABD’nin gelmiş geçmiş en başarılı başkanı gibi göstermeye çalışan Donald Trump, Cumhuriyetçi Parti’nin rakipsiz başkan adayı şimdilik. Trump’ın azledilmesi için başlatılan sürecin azille sonuçlanmayacağına ve Trump’ın 3 Kasım 2020’de yapılacak başkanlık seçimine favori aday olarak katılacağına inananlar çoğunlukta.
Demokrat Parti cephesinde ise çekişmeli bir aday belirleme yarışı yaşanıyor. Başkan Obama’nın yardımcısı Joe Biden seçilme şansı yüksek, ılımlı ve deneyimli siyasetçi profiliyle yarışı önde götürürken tökezledi. Radikal sol söylemiyle gençleri yakalayan Bernie Sanders ve iddialı reform programlarıyla dikkat çeken Elizabeth Warren öne çıkmaya başladı. Kapitalizmin bugünkü işleyiş biçiminin sürdürülebilir olmadığını, toplumsal tepkiye yol açan insafsız bir gelir ve servet eşitsizliği yarattığını belirterek radikal bir vergi reformu öneren ve en zengin kesimden çok daha fazla vergi alınmasını isteyen senatör Warren medyanın bir bölümünde derhal Amerika’yı batıracak korkunç yenge muamelesi görmeye başladı. Warren, aslında kapitalizme inandığını ve sistemi krizden kurtarmayı amaçladığını söylüyor ama “sosyalizm geliyor” paniği yaratarak statükoyu korumak isteyenlerin hedefi olmaktan kurtulamıyor.
Küresel kapitalizmin bugünkü işleyiş biçimiyle çıkmazda olduğunu sistemin en bilinçli savunucularından biri olan Financial Times gazetesi de kabul etti ve çıkış yolları arayışına start verdi. Sistemin bugünkü işleyiş biçiminin birçok ülkede gelir ve servet eşitsizliğini taşınamaz boyutlara getirdiğini ve bunun toplumsal tepkilere yol açmanın ötesinde, küresel boyutta bir talep yetersizliği yaratarak dünya ekonomisinin büyümesini sınırladığını ileri sürenlerin sesi daha çok duyuluyor son zamanlarda. Dolar milyarderi bazı ünlü iş insanlarının da bu analize itibar etmeye başladığı görülüyor. Ancak sistemi çıkmazdan kurtarmak için radikal reform önerileri ortaya atılınca da hemen “savulun sosyalizm geliyor” feryadı başlıyor.