Bir ülkenin masum insanlarının kıyımı ve altyapısı ve tarihi değerlerinin yok edilmesi ile bir başka ülkenin bazı fırsatlar elde etmesi hiç ama hiç arzu edilecek bir durum değil, keşke hiç de olmasa. Ancak “reel politik” diye de göz ardı edilemeyecek bir olgu var. Türkiye de bulunduğu jeopolitik konum ve iktisadi yapısı nedeniyle Kuzey coğrafyamızda gelişen bu durum neticesinde bazı fırsatlar elde etmek (tabii aynı zamanda ciddi tehditlere de maruz kalmak) durumunda. NATO üyesi olmasına karşın Türkiye’nin konumu itibarıyle yaptırımlara katıl(a)maması Batılı müttefikler tarafından şimdilik “anlaşılır” bulunan bir tutum. (Kaldı ki, İsrail ve hatta Almanya gibi ülkeler de yaptırımlar konusunda ayak diriyorlar. Örneğin, Almanya’nın yaptırımlara katılan şirketler listesi bir elin parmaklarını geçmez.) Ayrıca Türkiye halen Ukrayna’ya pek çok Batı ülkesinden daha çok da yardım yapmakta. Ümit ederim ki, Türkiye’nin arabuluculuk çabaları da bir sonuç verir, ve bu haksız işgal ve kıyım bir an önce sona erer. (Bu noktada özellikle kara savaşında ciddi bir bozguna uğrayan Rusya’nın bu görüşmeler vasıtasıyla zaman kazanmaya çalıştığı da iddialar arasında. Doğal olarak, işgalin öncesindeki haftalarda Dünya’ya açık açık yalan söyleyen Putin’in görüşmeler sonunda varılabilecek bir anlaşmaya ne kadar sadık kalabileceği konusunda çok ciddi şüpheler var.)
Fırsatları kısaca listelersek: Ukrayna’nın savaş öncesinde AB’ye temin ettiği bazı malların bizim tarafımızdan temini (şimdiden gıda (ör: tavuk-yumurta) gibi bazı ürünlerin AB’ye ihracatının arttığı gözlemleniyor); Savunma sanayisi ihracatında (sadece Ukrayna’ya değil, Rusya’nın bu işgalci tutumundan rahatsız olan pek çok başka devlete de) artış; Rusya’dan çıkan Batılı şirketlerin bir kısmının yatırımlarını ve bölge dağıtım operasyonlarını bize kaydırma ihtimalinin artması; daha önce Batının Rusya’ya temin ettiği bazı (stratejik olmayan) ürünleri bizim Rusya’ya ihraç etmemiz; başka gidecek bir destinasyonu kalmayan Rus turistlerin Türkiye’ye gelecek olmaları (son günlerde ruble’de görülen stabilizasyon bu duruma yardımcı olacak, ancak ruble üzerinden ödemeler konusunda Devletin bir aracılık yapması ve Rusya’yı ör: bizim doğalgaz ödemelerinin kazandığımız ruble kadarını ruble ile yapmamıza ikna etmesi iyi olacaktır); Putin rejiminden rahatsızlık duyan liberal eğitimli orta-üst gelir grubundaki Rusların Türkiye’ye göç etmesi; Türkiye’nin NATO üyesi olarak öneminin ve itibarının artması; AB’nin tam üyelik olmasa bile bazı konularda Türkiye’ye daha tavizkar bir yaklaşım benimsemesi. Bir de tabii çok tartışılan Rus oligarkların sıcak para ve doğrudan yatırımlarını Türkiye’ye getirmesi konusu var. Ancak bu çok netameli, Batı ile ilişkilerimizde başımızı ağrıtabilecek, etik olarak da pek tercih edilmemesi gereken bir gelişme olur.
Ekonomimiz açısından savaşın getirdiği hiç de azımsanmayacak tehditler de söz konusu: İlk sırada, tabii ki, başta enerji olmak üzere her türlü emtia fiyatındaki artış yer alıyor. (Zaten yüksek enflasyon ortamında bir ekonomide bulunduğumuz ve daha savaşın etkilerinin ortaya çıkmadığı ilk 2 ayda bile 18.4 milyar dolar dış ticaret açığı verdiğimiz hatırlanırsa bu durumun önemi daha iyi anlaşılır.) Ukrayna’ya olan ihracatımızın sekteye uğraması (bu ülkeye geçen sene 2.9 milyar dolar ihracat gerçekleştirmişiz) da menfi bir gelişme. Savaş nedeniyle bazı temel hammadde ve ürünlerde (ayçiçek yağı, buğday ve ağaç ürünleri gibi) ise fiyattan bağımsız olarak arz ve tedarik sorunları da ortaya çıkmış durumda.
Kuşkusuz ki hem Türkiye, hem de Dünya açısından en iyi sonuç kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve bir barış antlaşmasının kabulü olacaktır. Bu durum bizim ekonomimiz için en büyük tehdit olan yüksek emtia fiyatlarının gerilemesini sağlayacak, ama aynı zamanda, her halukarda Rusya’ya olan Batı yaptırımlarının daha uzun süre devam edeceği (en azından Putin iktidardan gidene kadar) ve Ukrayna’nın çöken ekonomik altyapısının yeniden tesisinin sağlanmasının vakit alacağı gerçekleri karşısında, bizi avantajlı bir konumda tutacaktır.
Bunlar jeopolitik konjonktürün bize getirdiği fırsatlar ve tehditler. Bir de, savaştan bağımsız olarak ekonomimizin kendi içsel dinamikleri ve uygulanan ekonomi politikaları nedeniyle karşı karşıya kaldığı tehditler söz konusu. Bunları ise haftaya pazartesi günü açıklanacak olan ve yüzde 65’lere vardığını göreceğimiz enflasyon verileri ışığında incelemekte fayda var.