Bir daha olmaması için üzerine sayısız film çekilmiş, belgesel yapılmış ve eser yazılmış olmasına rağmen, savaş ne yazık ki insanoğlunun kaçınamadığı evrensel bir gerçeklik olarak varlığını sürdürüyor. Ödenen büyük bedellere rağmen, çocuklar, kadınlar ve siviller savaşta ölmeye, insanlığın yüzlerce yıllık birikimleri de yakılıp yıkılmaya devam ediyor.
İnsanlık, dünyayı bu yok edici güçten kurtaramadığı gibi, zamanla daha güçlü silahlar geliştirmeye, onların kitlesel yok edici gücünü arttırmaya devam etti. Savaş endüstrisini büyüttükçe büyütebildi, ancak hiçbir zaman savaşın iyi bir şey olduğunu savunan bir toplum inşa edemedi. Savaşı hep bazı liderlerin kararları başlatmıştır. Günümüzde de öyle oldu ve 10 milyonlarca insanını kurban vermiş, kentleri yıkılıp yok edilmiş bir coğrafya olarak savaştan en çok çekmiş kıta olan Avrupa, yeniden patlayan bombalardan kaçmak için sığınaklarda yaşam mücadelesi veren insanlara tanık oldu. Amacı ne olursa olsun sivillerin hayatına mal olan, insanları evlerini, kentlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda bırakan savaşın haklı bir nedeni olamaz. Tarihte ve günümüzde liderler aldıkları savaş kararını kendilerince bir takım gerekçelere dayandırmakta hiç zorluk çekmediler. Bu liderler, savaşın kendi ülkelerinin çıkarlarına hizmet edeceğini ileri sürerek, kimi zaman kendi toplumlarından da destek bulabildiler. Ancak, Tragedyanın yaratıcısı Eshilos’un, “Savaşta verilen ilk kayıp, gerçekliktir” sözünde anlatıldığı gibi, hiçbir gerekçe böylesine büyük bir ölüm makinesini çalıştırmak için geçerli bir neden olamaz. Yine, Benjamin Franklin’in tarihe geçmiş, “Savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur” sözünde olduğu gibi; hiçbir savaş masum değildir ve barışı sağlamak için gösterilen her çaba değerlidir. Dünyanın bu ucunda ise, savaş alanlarındaki mahareti ile kendi halkını esaretten kurtarmış bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmayınca, savaş bir cinayettir” şeklindeki sözleri de savaş karşıtı güçlü bir duruşu ifade etmektedir.
‘Savaş ve Barış’ gibi destansı bir roman ile savaşı, toplumsal etkilerini ve hayatı altüst edişini ele alarak dünya edebiyatına kazandırmış büyük Rus romancısı Lev Tolstoy ise savaşla ilgili olarak, “İnsanlar eğer yalnız inandıkları zaman savaşsalardı, savaş çıkmazdı” diyerek, savaş çıkarmanın akıl ve vicdan dışılığına vurgu yapmıştır. Geçmişten günümüze kadar savaşmanın değil, hep barışın iyiliği ve doğruluğu anlatılmış, ancak bu savaşı dünya üzerinden yok etmeye yetmemiştir. Gandhi’nin, dediği gibi; “Göze göz, dişe diş düşüncesi bütün dünyayı kör edecek.” Günümüz dünyasında bölgesel başlayan savaşların Avrupa topraklarına taşınarak bir dünya savaşı haline dönme riski büyüdükçe, Gandhi’den günümüze, insanlığın bu öç alma hırsında bir azalma olmadığını, sorunları akıl ve vicdanla çözüme kavuşturma noktasında ise geçmişin acılarından hiç ders alınmadığını görmek insanlık adına çok üzücü bir durum. Ancak, bütün bu olumsuzluklar içinde, bizler yine de Atatürk’ün, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh” veciz sözünü bir kez daha hatırlayarak, barışa olan inancımızı yüksek sesle dile getirelim ki savaş tamtamları çalarken, barış isteyenlerin de sesleri duyulsun.