Seçimlere sadece aylar kala, dış politikada yeni bir polemik konumuz daha oldu.
Türkiye’nin “gözlemci” olarak davet edildiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesindeki temaslarından çok memnun kalmış olmalı ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan dönüşte “Türkiye de ŞİÖ’ye üye olabilir” dedi.
Soru şu; ŞİÖ üyeliğinin Türkiye’ye ne kazandırır?
Bunu anlamak için, örgütün başlangıç hedeflerini, genişleme sürecini ve geldiği noktayı incelemekte fayda var.
ŞİÖ’nün, Şanghay Beşlisi olarak 1996’da kurulduğundaki ana hedefi Çin ile Rusya arasındaki sınır çatışmalarına bir son verip, Asya’da NATO benzeri bir güvenlik örgütünün temellerini atmaktı. Şanghay Beşlisi ile, başta ABD olmak üzere, Batı etkisinin Asya’ya girmesini engellemek amaçlanıyordu.
Özbekistan’ın katılımı ile Şanghay Beşlisi, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüştü. Ardından Çin’in ısrarı ile Pakistan, Rusya’nın ittirmesiyle Hindistan üye oldu. Son olarak da geçen yıl İran’ın üyeliği kabul edildi. Ve her genişleme, örgütün başlangıç hedefinden daha da uzaklaşmasının önünü açtı.
ÜYELER BİRBİRLERİYLE SICAK ÇATIŞMA İÇİNDE
ŞİÖ, mevcut üyeleri ile hala bir “blok” olabilmekten çok uzak.
Üyelerinin çoğu sınır anlaşmazlıkları nedeniyle birbirleriyle sıcak çatışma halindeler.
Çin’le sınır sorunları olduğu yerde duran, kimi zaman alevlenen Hindistan’ın bir başka üye, Pakistan’la ise resmen savaş hali devam ediyor.
Semerkant’taki zirve devam ederken bile, Tacikistan ve Kırgızistan askerleri ortak sınırda birbirlerine ateş açmayı sürdürüyorlardı.
ŞİÖ’nün Orta Asya’daki üyeleri ile Rusya arasındaki kırılgan güç dengesini de hesaba katmak gerekir; Kazakistan’da daha bu yılın başında gerçekleşen darbe girişimi ve buna Rus müdahalesi unutulacak gibi değil.
ŞİÖ’nün iki etkin ülkesi Çin ile Rusya ise sınır meselesini çözmüş olsalar bile, aralarındaki “küresel etkinlik rekabeti” ortadan kalkmış değil.
Türkiye, eğer üye olursa, siyasi olarak bu kadar bölünmüş, üyeleri birbirleriyle kavgalı bir uluslararası oluşuma girecek.
DEMOKRASİ VE EKONOMİ AÇISINDAN TÜRKİYE’YE NE GETİRİR?
Şanghay İşbirliği Örgütü üyelerinin demokrasi sicili de malum; çoğu resmen diktatörlükle yönetilen ülkeler. Diktatörlük olmayan üye ülkelerin rejimleri ise ancak otokrasi olarak adlandırılabilir. Tam üyeler arasındaki tek demokrasi olan Hindistan bile, son zamanlarda Hint Milliyetçisi Başbakan Modi’nin ülkedeki Müslüman nüfusu hedef alan ayrımcı politikalarıyla, insan hakları liginde hızla düşüşe geçmiş durumda.
Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin mevcut yönetim sistemi, demokrasi ya da insan hakları sorunlarıyla bile, ŞİÖ’deki pek çok ülkeden daha ileride olduğunu söylemek mümkün.
Ekonomik olarak da durum pek farklı değil. Çok ağır bir ekonomik kriz yaşamakta olan Türkiye’de kişi başına düşen gelir çoğu ŞİÖ ülkesindekinden yüksek durumda.
ORTAK DURUŞ YOK
ŞİÖ içinde üyelerin herhangi bir uluslararası konuda ortak duruş sergileyemediklerini de ortada. Mesela Ukrayna meselesinde Rus Lider Putin, Ukrayna konusunda beklediği desteği, ŞİÖ’nün en etkin ülkesi konumundaki Çin’den bulamadı. Belli ki Çinliler, Rusya için Batı’yı –şimdilik- karşılarına alıp, ülkelerindeki ekonomik büyümeyi sekteye uğratmayı istemiyorlar.
ŞİÖ daha önce de kendi üyeleri arasındaki iç meselelerde de ortak tavır almayı başarabilmiş bir örgüt değil.
Oysa NATO, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı giriştiği savaşta Ukrayna yanında tam bir birlik görüntüsü vermeyi başardı. AK Parti yönetimindeki Türkiye bile, NATO içindeki bu birlik görüntüsünü –hamasi nutuklara hiç bakmayın- bozmadı. Ukrayna konusundaki tüm NATO kararlarının ardında ya bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ya da onun hükümet üyelerinin imzaları bulunuyor.
Avrupa Birliği de Ukrayna konusunda, kendinden hiç beklenmeyecek şekilde, Moskova’ya karşı yaptırımlarda ortak tutum almayı başardı.
ŞİÖ, herhangi bir konuda böyle bir görüntü vermekten çok uzak.
ERDOĞAN SEMERKANT ZİRVESİNDEN BEKLEDİĞİ BULDU MU?
Tüm bunları alt alta koyarsak, Erdoğan’ın “Şanghay’a üye oluruz” çıkışının dünyada AK Parti hükümetinin beklediği etkiyi sağladığını söylemek pek mümkün değil.
Erdoğan’ın ŞİÖ çıkışının ardında kabaca iki amaç olduğunu söylemek mümkün.
İlki içeriye dönük; AK Parti hükümeti seçimlere az zaman kala, Türkiye’de hala “geçer akçe” durumundaki Batı karşıtlığını propagandaya dönüştürmeye çalışıyor.
İkincisi ise dışarıya yönelik; ABD ve Avrupa’daki müttefiklerinden istediği desteği göremeyen, politikalarına uluslararası meşruiyet sağlayamayan Erdoğan, Batı’ya “gerekirse ülkenin yönünü başka tarafa çevirebilirim” mesajı vermeye çalışıyor.
Ancak seçimlere çok az bir süre kaldığının, üstelik AK Parti ve seçim ortağının kamuoyu yoklamalarında oldukça geriden geldiklerini tüm dünya farkında.
Nitekim, Semerkant’taki ŞİÖ zirvesinde, küresel anti demokratik ülkeler sıralamasında başı çeken ülke liderleri ile verilen o samimi fotoğraf, isteneni veremedi; AK Parti hükümeti, aylardır uğraştığı New York’ta ABD Başkanı Biden’den Erdoğan için görüşme randevusu almayı –hala- başaramadı.
Biden’ın açıklanan New York programında, İngiltere Başbakanı Truss dışında resmi ikili görüşme yok.
Daha da kötüsü, en kritik milli mesele olan Kıbrıs’ta Amerikalılar, Türkiye’nin canını çok acıtacak bir karara imza attılar bu süreçte; Kıbrıs Rum Kesimi’ne karşı silah ambargosunu tümden kaldırdılar.
Yani AK Parti’nin istediği etki bir tarafa;
Semerkant fotoğrafının Türk dış politikası etkisinin son derece olumsuz olduğunu söylemek mümkün.