Sanayimizin veri ve verimlilik sorunu

Burak ÖNDER İhracatçının Penceresi

Türkiye sanayisinin gerçek sorunlarını ele almaya devam ediyoruz. Türk üreticisi ve ihracatçısı için kur, faiz, enflasyon sarmalının ötesinde yapısal sorunlarımızı konuşmanın vakti geldi geçiyor bile.             

Mısır’ın Nobel ödüllü yazarı Necib Mahfuz’un Cebalavi Sokağı’nın Çocukları isimli kitabında “Unutkanlık sokağımızın vebası gibidir’’ diyor ve bir yönüyle Mısır toplumuna unutkanlığından dolayı sitem ediyordu. Biz de unutuyoruz. Evet, unutmak bazen insan için ilaç olabilir lakin ilaçla zehir arasındaki farkın doz farkı olduğunu da unutmamız gerekiyor sanki.        

Batıyı yüceltmek gibi klasik bir yaklaşım içinde olmayacağım fakat bu konuyu temellendirmek için karşılaştırma yapmak zorundayım. Mesela Cihan Harpleriyle yerle bir olmuş Almanya her mahallesine bir anıt dikmiş, şehirlerine müzeler kurmuş. Şehirleri yerle bir olsa da yaşadıkları felaketi unutmamak ve gelecek nesillere unutturmamak için bir iz bırakabilmişler.          

Çok sevdiğim ülkeme baktığımdaysa; bırakın tarihte yaşadığımız İstanbul ya da Erzincan depremini son 25 yıl içinde yaşadığımız Kocaeli depreminde ve asrın felaketi olarak adlandırdığımız Kahramanmaraş merkezli depremlerde bu şehirlerde nasıl izler bırakabildik ya da bu acılardan nasıl dersler çıkarabildik? Gerek globalde gerekse ülkemizde birçok kriz yaşadık ve yaşıyoruz. Tüm bu yaşananlardan hangi dersleri çıkarabiliyoruz? Unutuyoruz. Hâlbuki yaşanan her türlü zorluk, eğer düşünebilirsek her zaman gelişim meselesi oluyor.             

Bana öyle geliyor ki yaşadığımız birçok zorluktan ders çıkaramayışımızın nedenlerinden biri hafıza. Sanki hafızamız yok. Nasıl olsun? Kendi öznel yaşamımda da bunu görüyorum. 41 yıllık kısa sayılacak hayatımda dahi; doğup büyüdüğüm ev, okuduğum ilköğretim okulu yıkıldı, öğrenim gördüğüm lise kapatıldı. Artık ne ismi var ne cismi. Çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği mahalle tanınmaz halde. Anılar, acılar, yaşanmışlıkların çoğu kayboldu.            

Tek benim değil ülkemizde yaşayan büyük çoğunluğun “Mekâna bağlı hafızayla’’ ilgili önemli kayıpları var. Anadolu’da yüzlerce köyün isimleri değişti. Daha iyisini, daha büyüğünü yapacağız diye okullar, kütüphaneler, kasabalardaki hükümet binaları gibi birçok yapıtımız kullanılmaz duruma geldi. Mekâna bağlı hafıza yeşermedikçe ya da hatırlamadıkça uçuyor sanki. Neresinden bakarsanız bakın bellek olarak köksüz olmak kötü bir durum. Evet, hafızanın olmadığı yerde unutma eylemi sıradanlaşıyor ve hafızanın olmadığı yerde entelektüel derinlik de olmuyor ne yazık ki.           

Gelelim asıl konumuza. Çok değil yaklaşık 4 yıl önce bir pandemi yaşadık. Pandemi döneminde TV programlarında, katıldığımız zoom eğitimlerinde, motivasyon konuşmalarında sıkça enflasyonunu yaptığımız kelimelerdi veri, verimlilik, dijitalleşme ve e-ticaret. “Pandemiden sonra yeni bir dünyadan, işletmelerde dijitalleşme ve otomasyon konularında hızlı şekilde dönüşümden, veri ve verimliliğin çok daha önemli olacağı üzerine’’ tahminler yapılırdı. Fakat bana öyle geliyor ki dört yıl geçmeden yine unuttuk; bir yılı geçmeden depremi unuttuğumuz gibi.            

Pandemi döneminde konuk olarak katıldığı bir programda Sayın Agah Aydın’a “pandemi neyi değiştirir?’’ mealinde bir soru gelmişti. Kendisi bu soruya “Bu biraz bizim bu süreçlerden çıkaracağımız derslere bağlı’’ şeklinde bir yanıt vermişti. Ne kadar doğru bir tespit. Yaşadığımız kötü tecrübelerden ders alarak mı yoksa cahilliğimizle mi çıkacağız bu biraz da bize bağlı.            

Evet, o günlerde işletmelerimizde üretimden ihracata, muhasebeden planlamaya her alanda verinin önemini tabiri caizse iliklerimize kadar hissetmiştik. Muhtemelen baskın olan kaygının etkisi ve elimizdeki verinin yoksunluğu ya da kalitesinden dolayı resmin bütününü göremiyorduk. O dönem kiminle konuşsak artık bu konularda çalışmalar yapmamız gerektiği bilinci oluşmuştu. Ama görünen o ki günceli gündemimiz yapma alışkanlığımızdan dolayı bu ihtiyacı da unuttuk.

 VERİNİN NAKİT KADAR ÖNEMLİ OLDUĞU GÜNLERİ YAŞIYORUZ

Aslına bakarsanız veri oluşturma işlemi şirketlerde gerek yöneticiler için gerekse çalışanlar için çok da istenmeyen bir eylem. Veri kaydı tutmak, yöneticiler için zahmetli ve görece maliyetli bir iş iken her türlü çalışan içinse verinin tutulduğu bir ortamda çalışmak rahatsız edici bir durum yani bir direnç söz konusu. Gerçekten de insanın kendisiyle ve yaptıklarıyla yüzleşmesi kolay değil, oldukça zahmetli bir iş. Fakat gerek bireyin gerekse şirketlerin sınırlarını aşması için kendisiyle yüzleşmesi önemli bir eşik. Şirketlerimizin karını ve rekabetçiliğini arttırmak için verimlik, verimlilik içinse veri olmazsa olmaz.             

Bana öyle geliyor ki; bizim toplumumuzda verinin içselleştirilmemesinde kültürel bir boyutu da var. Aklıma gelen ilk örnekle temellendirmek gerekirse; yaşı ellinin üstünde olan kaç insanımız doğum tarihini gün, ay, yıl olarak biliyor? Birçok büyüğümüz doğum tarihini “kirazlar olunca’’, “güz vakti’’ vb. zamanlarla biliyor. Ya da bir önceki kimliklerimizi hatırlayalım. Birçoğumuzun kan grubu kısmında bir şey yazmıyordu.         

Kültür önemli. Şirketlerimizde de kültür işletmeyi kuran ya da üst kademe yöneticilere göre belirleniyor. İşletme sahipleri ve üst yöneticilerinin veri oluşturma konusunda ısrarcı ve takipçi olmaları bu kültürün oturmasında en önemli etkenlerden biri.            

İnsan ikna edici olmak istediğinde kendinden örnek verir. Bizim hikâyemizde de durum böyle oldu. Veri gömleğin ilk düğmesiydi. Tabiri caizse dananın kuyruğunun koptuğu yer verinin oluşturulmasıydı. Veriler tutulmaya başlandıkça resmi görmeye başladık. Bu aşamadan sonra siz isteseniz de istemeseniz de bu konudan kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Ve artık iş verimliliğe gidiyor.      

 TÜRK SANAYİSİNİN EN BÜYÜK SORUNLARINDAN BİRİ DE VERİMLİLİK

Bana sorarsanız Türk sanayisinin en büyük sorunlarından biri de verimliliktir. Abartma riskini göze alarak söylüyorum; cari sorunlarımızdan, finansmana erişimden, yatırımlardan, kurdan daha önemli bir konudur. Aslına bakarsanız tüm bu sorunların kök nedenlerinden biridir yani etkileri daha da derindedir. Mealen söylemek gerekirse verimlilik, aynı miktardaki iş gücü ve aynı miktardaki kaynakla nasıl daha iyi üretim yapabiliriz bunu amaçlar. Yeni yeni yatırımlar yapmadan, finansmana ihtiyaç duymadan, işçi maliyetlerini artırmadan daha fazla ve nitelikli üretim yapmamızı sağlar.        

Dünyada gelişen teknolojiyle birlikte üretimin arttığı, lojistik sürelerin ve maliyetlerinin azaltılmaya çalıştığı bir dönemde rekabetçilik her geçen gün daha önemli bir hal alıyor. Sanayici ve ihracatçı olarak dünyada rekabetçi olmak istiyorsak verimlilik konusunu devamlı gündemde tutmamız gerekiyor.           

VERİ VE VERİMLİLİKTE İNSAN KAYNAĞI

Güzel ülkemizde finansal sermayeyi konuşmaktan beşerî sermaye konusuna bir türlü gelemiyoruz. Konu beşerî sermayemize geldiğindeyse ne yazık ki konuyu yüzeysel tespitlerle ele alıyoruz. Yine kendi mahallemize taşı atacak olursak; iş dünyası olarak yıllardır eğitim sorununu kısır başlıklarla tartışıyoruz sanki. Tartışmaların ana ekseni; ‘’üniversite yerine daha fazla meslek liseleri açılsın’’, “yeni mezunlar boş’’, “üniversiteler iyi mühendis yetiştiremiyor’’, “bize eli tornavida tutan insan lazım’’ mealinde ilerliyor.           

Peki, biz beşerî sermayemizi ne kadar doğru kullanıyoruz? Mesela ülkemizde yetişen mühendislerin yüzde kaçı üretim sektöründe çalışıyor? Bu soruyu bir adım ileri giderek sormak gerekirse; ülkemizin en iyi üniversitelerinden mezun olan mühendis ya da işletmecilerin yüzde kaçı üretim sektöründe çalışıyor?     

Türk iş dünyası olarak bizim gerçekten neye ihtiyacımız var? Bizim isteklerimiz dönüşen dünyada ne kadar gerçekçi? Bizim sadece mavi ve gri yaka personele mi ihtiyacımız var? Bana sorarsanız bizim Türk sanayisi olarak mavi, gri, beyaz, altın yaka olmak üzere her alanda insana ihtiyacımız var. Bizim meslek liselerine de üniversitelere de ihtiyacımız var. Ama en önemlisi dönüşen dünyayı kavrayabilecek bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Ama bu da yetmez! En sonunda mezun olup işletmelerimize geldiklerinde bu gençleri mesleki olarak geliştirecek işletmelere de ihtiyacımız var. Yani eğitim de bir ekosistem olayı.           

Sözü çok uzatmadan gelelim tekrar verimlilik konumuza. Veri ve verimliliğe katkı sağlayacak en iyi makineleri ve sistemleri alıp kursakta, güçlü bir eğitim alt yapısını oluşturamazsak, insanda bilgi ve beceriyi geliştirmezsek makine ve sistemler de yetersiz kalacaktır. Veriyi oluşturduktan sonra analiz yapabilmek için asıl ihtiyacımız olan şey beşerî sermayedir. Yani verimlilik de bir ekosistem olayıdır.           

SANAYİCİ VE İHRACATÇI ÖNEMLİ BİR EŞİKTE

İşletmelerin en temel amacı sürdürülebilir kârlılık. Kârlılığı sadece tasarım, inovasyon, markalaşma üzerinde kavramsallaştırmaya biraz mesafeliyim. Bunları önemsiz konular olarak görmüyorum. Ama bir sıralama yapacak olursak veri, verimlilik, etkinlik konularını daha önceleme taraftarıyım.           

Sanayi üretimi ve yapılacak ilave yatırımlarla belli bir üretim seviyesini yakalayabiliriz fakat verimlilik artışı olmadan ülke ekonomimize ve işletmelerimize sürdürülebilir bir katma değer sağlayamayız. Evet, bizde gündem çok çabuk değişiyor, evet globalde ve ülkemizde birçok ekonomik problemi yaşıyoruz ve bu bizi yoruyor. Lakin sadece de bunlara sığınamayız. Verimlilik konusunda da mesele kaynaktan daha ötede idrakte.         

Bazı yapısal sorunlarımız olsa da, ülkemizde özellikle son yirmi yılda üretim ve ihracat kültürü oturmaya başladı. Lakin dönüşen bir dünya ile karşı karşıyayız. Teknoloji, otomasyon, dijitalleşme, verimlilik, katma değerli üretim gibi konularda önümüzde almamız gereken bir yol var. Dünya gözümüzün önünde laboratuvar gibi çalışıyor. Günceli gündemimizde tutmadan, büyümeden gelişmeye giden yolu düşünebilirsek, çalışırsak, mücadele edersek yeni bir hikâye yazabileceğimize inanıyorum.

DİJİTAL KASLARIMIZI GÜÇLENDİRMELİYİZ

Gün geçtikçe her şeyin daha inceldiği bir dönemi yaşıyoruz. Bir şirketi düşünün. Muhasebeden finansa, satın almadan üretime, satıştan pazarlamaya, lojistikten IT’ye tüm süreçler daha önemli bir hal alıyor. Dünyada üretimin artması ve globalleşmeyle beraber rekabet her geçen gün farklı bir boyut alıyor. Resmin bütününü görebilmek, tüm bu süreçleri yönetebilmek ve daha iyi yarınlar için elimizde kaliteli veri setinin olması gerekiyor.          

Peki, teknolojiyi ve dijitalleşmeyi konuştuğumuz 21. yüzyılda; 2024’e girdiğimiz şu günlerde çevremizde kaç firmamız ERP ya da CRM programı kullanıyor? Firmalarımızın büyük bir çoğunluğu ne yazık ki muhasebe programı haricinde bir program kullanmıyor. Ölçülebilen, kıyaslanabilen tek şey de ciro. Biraz daha ileriye gidelim, ERP ve CRM kullandığını söyleyen firmalarımız, bu gelişmiş uygulamalardaki verileri ne kadar değerlendirebiliyor ve firmalarının verimliliğini arttırmaya yönelik analizleri yapmak için kullanabiliyor? Bir dönem bazı firmalarımız sadece prestij kazanmak için büyük bedeller ödeyip ERP ve CRM programları almışlardı. Bu dönemde birçok başarısız uygulama da oldu. Bu nedenle konuyu burada biraz inceltmek gerekebilir. Bu kavramları sadece yazılım olarak görmektense; bir düşünce sistemi ve metodoloji olarak görmekte yarar var.          

Yani yazılım dediğimiz şey sadece işleri kolaylaştırmaya katkı sağlayan bir araç. Yanılıyor olabilirim, bilmiyorum ama ülkemizi dünyayla kıyasladığımda iki konu dikkatimi çekiyor. Bunlar diğer ülkelere kıyasla İngilizce konuşma ve işletmelerde program kullanma oranları. Gördüğümü sandığım şey öznel yaşamımızda teknolojiyle aramızdaki mesafe bir sonraki nesille yani evlatlarımızla olan mesafemizi belirlerken, şirketlerimizin teknolojiyle olan mesafesi dünyadaki rakipleriyle aralarındaki mesafeyi belirleyecek olmasıdır.

Veriyi raporlamak da okutmak da bir kültür

Buraya kadar veriyi topladık, verinin kalitesini artırdık ve veriyi anlamlı hale getirdik. Bu süreçten sonrası da en az öncesi kadar önemli. Veriyi okumanın bile bir kültür olayı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Biz yöneticilerin ve işletme sahiplerinin de veriyi yorumlama ve rapor okuma konularında kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Yani eğitim sadece öğrenciler ve gençler için değil; yaşımız kaç olursa olsun değişen ve dönüşen dünyada kendimizi ve yetkinliklerimizi geliştirmek zorundayız.

Tüm yazılarını göster