Salgın tedbirinde tasarruf, sonraki krizi büyütür

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Bir ayı aşkın süredir hepimizi evden çalışma zorunda bırakan COVID-19 virüsünün sadece sağlık sistemini ve ekonomiyi etkilemekle kalmayacağı, iş yapış şekline, hatta hayat tarzına kadar derin ve yaygın bir değişim sürecini tetikleyeceği yolundaki görüşü paylaşanlar giderek artıyor. Kuşkusuz bu kriz de, diğerleri gibi, bir gün bitecektir. Ancak kriz vesilesiyle ortaya çıkan, farkına varılan pek çok gerçekliğin toplumları, şirketleri ve kamu yönetimlerini sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal politikalarda, hatta kurumsal yapılarda değişikliklere itebileceği, kaynak savurganlığının ve doğa tahribatının sınırlanacağı, dijitalleşme sürecinin hızlanacağı ve başta işsizlik olmak üzere doğuracağı sorunlara çözüm ihtiyacının acilleşeceği öne sürülüyor. Tabii bugüne kadar verimliliğe fazla bir katkısı olmadığı gibi nedenlerle tartışılan iletişim teknolojilerinin işlevinin esas şimdi farkına varılacağı yönünden konuya yaklaşanlar da yok değil. Bunların yanında, krizdeki zorunlu uygulamaların toplumun üzerindeki kontrol ve kısıtlamaları normal zamanlarda da sürdürme eğilimlerini güçlendireceğini iddia edenlerin de varlığını gözlemleyebiliyoruz. Ama bu görüşlerin hepsinin ortak yanı, bu pandemik krizin sona ermesinden sonra da varlığını sürdürecek derin etkilerinin olacağı...

Peyderpey değil kapsamlı ve programlı fon

Kriz ile ilgili olarak ülkelerin aldığı ekonomik tedbirlere baktığımızda, bir ölçüde kişi başına gelir düzeyi ile de ilgili olmakla birlikte, Türkiye’nin oldukça sınırlı bir tedbir paketi ile işe başladığı, sonradan da bir bakıma “yol üzerinde” peyderpey yine nispeten küçük ilavelerle devam ettiği görülüyor. Ayrıca sağlanan desteklerin daha çok kredi ve erteleme şeklinde gerçekleştiği, doğrudan gelir desteği vb. fonlamaları içermediği de ortada. Son açıklanan “ücretsiz izinli olanlara belirli bir süre için asgari ücret kadar gelir desteği” bu anlamdaki ilk adım, ancak nüfusun büyüklüğü ve kayıt dışılığın yaygınlığı dikkate alındığında yetersiz bir kapsamı var. Zaten özellikle büyük şehirlerde karantina kararlarının gecikmeli ve tereddütlü bir şekilde açıklanması, biraz da çok daha geniş bir kapsamda kamu desteğini gerektirecek bir süreçten kaçınma kaygısından doğmuş olabilir. Öte yandan Türkiye ekonomisinin virüs öncesinde de zaten bıçak sırtı dengeler içinde parasal genişleme yoluyla ekonomiyi canlı tutmaya çalıştığı, bu arada döviz sendromunun yeniden baş gösterdiği, bu nedenle kamunun manevra alanının sınırlı olduğu yolunda görüşler de var. Burada kritik kararın sadece salgın boyunca oluşacak tabloyu değil, kriz sonrasında oluşacak tabloyu düşünerek verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Başka bir deyişle, yapılacak fedakarlığın (söz gelişi bütçe açığının ya da emisyonun) ne zaman yapılmasının daha etkin sonuç vereceğinin öngörülmesi, tedbirlerin ona göre şekillendirilmesi gerekiyor. Bugün almaktan kaçınılan tedbirlerin zaten çift rakamda olan işsizliği daha da yükseltmesi, şirketlerin batması ile tedarik zincirinin aksaması, büyük kitlelerin gelirsiz kalması nedeniyle tüketimin çöküşü halinde virüs krizi bittiğinde çok daha büyük bir ekonomik kriz ile karşılaşmamız mümkün. Hatta şimdilerde kötümser diye nitelenen 2020’de Türkiye için %5 küçülme şeklindeki Goldman Sachs tahmininin 2021’e de sirayet etmesi beklenebilir.Bu nedenle salgını daha kısa sürede sona erdirebilmek için bütün olanakların zorlanarak çok daha büyük bir fonun oluşturulması en akılcı seçim olacak.

Tabii şu sırada kamu yönetiminin odaklanmış göründüğü döviz talebinin sınırlanması ve kaynakların TL’na yönlendirilmesi konusunun özünde bir güven sorunu olduğunu, sadece finans tedbirleri ve mevzuat düzenlemeleriyle sağlanamayacağını da unutmamak lazım. Bu nedenle salgın süresince oluşturulacak fon ile ilgili eylem planını, kriz sonrasını da kavrayan tutarlı ve kapsamlı bir makroekonomik program ile birlikte açıklamak gerekiyor. Bunun yanında, turizmin, ihracatın ve dış kaynak girişinin pek umut vermediği kısa dönemde, en azından Eylül’e kadar ABD Merkez Bankası veya IMF ile bir swap anlaşması yoluyla ciddi bir döviz kaynağının sağlanması halinde salgın sonuna daha hazırlıklı girmek, TL’na güveni sağlamak, 2020 küçülmesini %2 ile sınırlı tutmak ve 2021 için güçlü bir büyüme öngörmek mümkün olabilir.

Güven mevzuatla sağlanmaz

Virüs krizinden bağımsız olarak bizim 172 milyar dolarlık bir yıllık dış borç servisi ve reel sektörde bankalara bilanço riski olarak yansıyan bir birikmiş borç sorunumuz var. Merkez Bankası’nın son indirimiyle %8.75’e indirilen politika faizinin, krize rağmen Mart yaklaşık %12 olan enflasyon dikkate alındığında, negatif faiz olduğu da dikkate alınmalı. BDDK’nın “aktif rasyosu” düzenlemesiyle bankaların Merkez Bankası’na swap ile döviz aktarmasının ve böylece sağlanacak rezerv artışının kırılganlık algısını değiştirmesi kolay değil; nitekim Fitch, bunun kredi notunu olumsuz etkileyeceğini belirtti. Özel bankaların kredi arttırması da , reel kesimdeki donuk borç sorununa köklü çözüm getirilmedikçe zor görünüyor.

Sözün kısası, salgın süresince gevşetilmesi sıkıntı yaratmayacak para ve maliye politikası tedbirlerinin alınmasında tereddüt edilmemesi, işsizliğin ve tedarik zinciri aksamasının engellenmesi, bu amaçla hane halkına ve şirketlere azami desteğin yapılması, ama bütün bunların mutlaka güven algısını yükseltecek ve virüs krizi sonrasını da kapsayan bir ekonomi programı eşliğinde yürütülmesi doğru yol haritasını tanımlıyor. Bunun uygulamaya başarıyla aktarılması, finans mühendisliklerinden çok uluslararası dayanışma çerçevesinde sağlanacak bir döviz girişiyle kolaylaşacak.

Tüm yazılarını göster