İki gün önce The Economist Intelligence Unit (The EIU) tarafından hazırlanan 2020 yılı demokrasi endeksi verileri açıklandı. Endeks 165 bağımsız devlet ve iki denizaşırı bölge için hazırlanmakta. Endeks hesaplanırken ülkelerde 60 soruluk bir anket yapılıyor. Anketteki sorular özgür seçimlerin yapılmasından, siyasal tercihlerini belirlerken baskı olup, olmadığından, yerel yönetimlerin etkinliğine kadar uzanmakta. 2020 yılı demokrasi endeksi skoru 2006’dan bu yana ki en kötüsü. Skor (10 üzerinden) 2019 yılında tüm dünya için 5.44 iken, 2020 de 5.37’ye geriledi.
Demokrasi endeksinde ülkeler dört guruba ayrılıyor:
-Tam demokrasi ile yönetilen ülkeler. Demokrasinin tam olduğu ülkelerin sayısı 23 ve dünya nüfusunun %8,4’ü bu ülkelerde yaşıyor. Listenin başında Norveç, İzlanda, İsveç, Kanada, Finlandiya, Yeni Zelanda, Almanya, Uruguay gibi ülkeler var. 2020 de bu ülke grubuna girenler arasında Japonya, Güney Kore ve Tayvan oldu.
-Kusurlu demokrasi ile yönetilenler. Bu gurup da 52 ülke var, dünya nüfusunun %41’i bu ülkelerde yaşıyor. Kusurlu demokrasiye sahip ülkelerin ilk sırasında ABD bulunmakta. ABD Trump sayesinde eski skorlarını arar hale geldi. Fransa ve Portekiz 2020 de bu guruba geriledi. Gurubun diğer ülkeleri arasında Yunanistan, Macaristan, Arjantin, İsrail, Tunus, Brezilya sayılabilir.
-Melez Rejimle yönetilen, demokrasi ve otoriterlik arasında kalanlar, bu ülke gurubunun içinde Türkiye, Uganda, Bangladeş, Moldovya, Kırgızistan, Pakistan gibi ülkeler bulunmakta. Türkiye demokrasi endeksinde 104. sırada yer alıyor,
2019 yılına göre 6 sıra yukarı çıktı. Dünya nüfusunun %15’i bu ülke gurubunda yaşıyor.
2020 de Arnavutluk otoriter rejim statüsünden melez demokrasi statüsüne geçti.
-Otoriter rejimler, bu gurup ülkelerin arasında Çin, Rusya, Azerbaycan, Küba, Vietnam, K. Kore gibi ülkelerle, çoğunluğu bizim kardeş dediğimiz İslam ülkeleri bulunuyor. Bu rejim altında yaşayanların oranı da %35,6.
Raporu kısaca özetledik. Bazı okurlar demokrasi ile ekonomi arasında bir ilişki yok diyebilir. Bu sav için kullanılan ülkelerin başın da Çin gelmekte. Çin otoriter rejimle idare edilmesine karşın salgın dönemin de bile %2 dolayında büyüdü. Ancak kalkınma için tek gösterge büyüme oranı değil. Çin hala insani gelişmede zayıf bir ülke konumunda. İnsan haklarının olmadığı hatta liberal ekonomiye iman etmesine rağmen mülkiyet hakkı bile yok.
2018 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Cinping 10 yıl olan başkanlık süresini kaldırdı, Anayasayı değiştirip ömür boyu başkan olmasının yolunu açtı. Komik olansa bu değişikliğe Çin Komünist Parti kongresinde 2.958 delegenin tamamının olumlu oy vermesi. Rejim böyle işleyince Alibaba’nın sahibi Jack Ma’nın başına gelenler sürpriz değil. Devlet eliyle gelen zenginlik bir gün yine devlet eliyle yok edilebiliyor. Özetle Çin ucuz iş gücüne, oligarklar ülkesi Rusya doğal kaynaklara dayalı olarak güçlü gözükmekle birlikte bunun uzun dönemde sürdürülebilirliği mümkün değil.
Çünkü demokrasi ile otoriter rejimler arasında fark ülkelerin geleceğini şekillendirmekte. David Runciman bunu “Özgüven Tuzağı” başlıklı kitabında şöyle anlatıyor: “Başarılı demokrasiler, kişilerin güç zehirlenmesine karşı çok sayıda kurumsal güvenceye sahiptir. Bir otokrasideki tehlike, çılgın veya kibirli bir liderin devleti uçuruma sürükleyecek olmasıdır. Bir demokraside ise, çılgın bir liderin veya çılgınca bir fikrin uzun süre tutunması çok daha zordur. Uçurumdan düşmeden önce, demokrasiler, çılgın liderleri görevden almak için oylama yapacaktır. Düzenli seçimler, özgür bir basın, bağımsız bir yargı ve profesyonelleşmiş bir bürokrasi, hep birlikte en kötü hatalı şahsi kararlar yüzünden yıkılmaya karşı koruma sağlarlar. Uzun vadede, istikrarlı bir demokraside hatalar, sonunda felaket getirmez, çünkü kemikleşmezler”.
Unutmayınız “Antik Roma’da muzaffer generallere, şehre girerlerken kulaklarına onların da ölümlü olduğunu fısıldayan köleler eşlik ederdi. Demokrasiler, kahramanlarına bunu yapmaz, çünkü yapmaya gerek duymazlar. Başarılı demokratik siyasetçiler, ölümlü olduklarını devamlı olarak hatırlarlar. Ondan neredeyse hiç kaçamazlar: Demokraside en yaygın deneyim, tapılmak değil, istismara uğramaktır. Hiçbir demokratik siyasetçi, kalabalığın yuhalamalarına alışmadan zirveye ulaşamaz” (Sayfa:13-14).
Runciman’ın saptamalarının geçerliliği Trump ile ABD de test edildi ve onaylandı. Buna rağmen popülist liderler salgın dahil her iktisadi, siyasi, toplumsal dalgalanmayı güçlerini artırmak için kullanıyorlar. Ancak uzun dönem de miyopluktan kurtulan seçmenler bu güç gösterisine son vermekteler. Yani bugün güçlü olanların gelecekleri yok.
Okuma Önerisi alıntıyı yaptığım kitap: David Runciman, Özgüven Tuzağı, 2020.