Salgın demokrasiye karşı

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Salgın ile birlikte sadece sağlık sistemi değil, ülkelerin iktisadi ve politik yapıları da ciddi olarak sarsıldı. Diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de salgının yarattığı ekonomik sorunlarla ilgili çalışmalar yapıldı. Ancak bu çalışmaların çok azında salgın, küreselleşme ve demokrasi, salgın sonrası uygulanan iktisat politikalarının geri planı tartışıldı. Halbuki, bu yönde dünyada adeta fırtınalar kopuyor.

İlginç olan ise, sıraladığımız başlıklarda dünyaya ve ekonomiye farklı gözle bakanlar arasında ortak noktaların fazla olması. Ülkemizde, gündemi de düşünsel temeli de, ne yazık ki, egemen sınıf haline gelen “okur-yazar olup, okuması, yazması olmayanlar (özellikle okuması olmayanlar)” belirlediği için yurtdışında yapılan bu tartışmalar sadece belli sayıda akademisyen tarafından izleniyor, bunlar üzerine fikir yürütülüyor.

Son olarak salgının ve salgın öncesi küresel ekonomik yapılanmanın politik sonuçları üzerine önemli bir makale Financial Times gazetesinde 7 Temmuz'da yayınlandı. Makalenin sahip gazetenin başyazarı, muhafazakâr liberal Martin Wolf. Makalenin başlığı da “Eğer yurttaş gibi düşünmez isek demokrasi yok olacak”. Wolf makalede salgını küreselleşme ile ilişkilendirerek, küreselleşmeyi yerden yere vuruyor. Wolf’un küreselleşmeye yönelik eleştirileri yeni de değil. 2019 yılı 18 Eylül’ün de “Sahte kapitalizm neden liberal demokrasiye zarar veriyor?” başlıklı bir yazı yazmıştı. Yazısında sahte kapitalizm (rigged capitalism), rantiyer kapitalizmi (rentier capitalism) gibi kavramları öne çıkarmıştı. Yazıyı daha fazla ilerletmeden önce Wolf’un bu iki makalesinde altını çizdiğim satırları özetleyerek ve kısaltarak sizinle paylaşmak isterim.

“Batı liberal demokrasileri için, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki dönem iki alt döneme ayrılabilir. Birincisi, kabaca 1945’ten 1970’e kadar uzanan “sosyal demokrat” ya da Amerikalıların dediği gibi “Yeni Anlaşma” dönemi. 1980 civarında başlayan ikinci alt dönem “küresel serbest piyasa” ya da “Thatcher-Reagan mutabakatı” yılları. Bu dönem 2008 krizi ile sona erdi. Yaklaşık yetmiş beş yıllık dönemin sonunda ortaya öyle bir gerçeklik çıktı: 1948’den itibaren, ABD’de reel ortalama aile geliri yılda yüzde 3 yükseldi. Bu oranda... Bir çocuğun ebeveynlerinden daha yüksek gelir elde etme şansı yüzde 96 idi. 1973’ten bu yana, medyan aile gerçek gelirinin yılda sadece yüzde 0,4 arttığını ve çocukların yüzde 28’inin ebeveynlerinin gelirine ulaşamayacağı görülmekte. Eşitsizliği görmek için başka bir örnek; ABD’de vergi öncesi gelirin ilk yüzde 1’inin payı 1980’de yüzde 11 iken, bu oran 2014’te yüzde 20 oldu”.

“Bu iki dönem arasında bir interregnum- fetret (yüksek enflasyon ve işsizliği olduğu 1970’ler) yaşandı. Şimdi, küresel mali krizle başlayan başka bir interregnum gibi yaşanmakta. Bu kriz serbest piyasa ideolojisine zarar verdi. Finansal sistemin kurtarılması için, daha sıkı finansal düzenlemeler ve mali kemer sıkma politikaları uygulandı. Ancak koronavirüs ile bu yeni Sosyal Sözleşmenin ekonomik ve sosyal modelin zayıflıklar kısa sürede ortaya çıktı”.

2008 ve ardından gelen salgın sürecinde eski sistemi onarmak adına popülist politikalara başvuran siyasetçiler rağbet hızla arttı. Koronavirüs şimdi de mali krizden çok daha dramatik bir şekilde bu politikalara güç verdi. Bu, savaş adeta ikinci geçiş döneminin sonunu işaret etmekte. Siyaset, toplum ve ekonomi şimdi hangi fikir etrafında birleşecekler. Wolf’un yanıtı, Yunanlılar ve Roma şehir devletlerine kadar uzanan bir kavram olan “vatandaşlık” üzerinde olabilir.

“Demokraside insanlar sadece tüketiciler, işçiler, işletme sahipleri ve yatırımcılardan oluşmaz. Biz vatandaşız. Bu, insanları ortak bir çaba içinde birbirine bağlayan bağdır. Günümüz dünyasında vatandaşlığın üç yönü olmalı: demokratik siyasi ve yasal kurumlara sadakat ve onları destekleyen açık tartışma ve karşılıklı hoşgörü değerleri; tüm vatandaşların tatmin edici bir yaşam sürdürebilmelerine yönelik endişelerini yok edecek, vatandaşların ve kurumlarının gelişmesine izin veren bir ekonomi yaratma isteği”.

Salgın demokrasiyi de vurdu

Wolf’a göre Aristoteles’in neredeyse iki buçuk bin yıl önce ana hatlarıyla belirtilmiş olduğu “herhangi bir anayasal demokrasinin istikrarı için gerekli bir koşul olan, orta sınıfın güçlendirilmesi” sorunun çözümünde anahtar olabilir. Eğer bu sınıf zayıflamış ise, devlet bir plutokrasiye, bir demagojiye veya bir zulme dönüşme riskiyle karşı karşıya kalır. Orta sınıfın altının oyulması, uzun süre önce kurulmuş batı demokrasilerini tehdit eder hale getirir”. Nitekim gelişim de bu yönlü oldu.

Wolf artık küreselleşmenin gelir ve servetin dağılımını daha eşitsiz hale getirdiğini kabul etmekte, hatta daha ileri gitmekte işgücü piyasalarının daha “esnek” hale gelmesinin geliri azalttığını ve toplumsal eşitsizliği arttırdığını söylemekte. Nitekim bu tablo yurttaşların demokrasiye olan inancını da önemli ölçüde azalttı. Wolf’un ifadesi ile bu aşınmanın altında “hileli ve rantçı kapitalizm” yatmakta.

Wolf’un bu noktaya gelmesi güzel, ancak... Ancak kötülüğün anasını “hileli kapitalizm” diye muğlak bir kavramla ilişkilendirmekte. Peki, hilesiz işleyen kapitalizm hangi ülkede uygulanıyor? Bunun yanıtını yazısında vermiyor.

Bu yanıt aslında belli; asimetrik küreselleşme, birleştirirken bölen küreselleşme ekonomide eşitsizliği artırırken, ırkçılığı, radikal milliyetçiliği, cinsiyetçiliği, dinciliği artırdı. Koronavirüs ise adeta demokrasinden kaçmanın-kaçınmanın patikasını güçlendirdi. Larry Diamond’ın, Foreign Affairs dergisinde 13 Haziran 2020’de yazdığı yazının başlığı bu gidişatı adeta özetliyor. Başlık şöyle, “Salgın Dünyada Otokrasiyi Teşvik Ediyor”. Haksız da değil. Salgın ile birlikte Bangladeş, Beyaz Rusya, Kamboçya, Çin, Mısır, El Salvador, Suriye, Tayland, Uganda, Venezuela ve Vietnam’daki otoriter rejimler, pandemi sırasında uygulanan politikalara eleştirilen bakanları, sağlık çalışanlarını, gazetecileri ve muhalefet üyelerini gözaltına aldılar. Bu arada Brezilya, Hindistan ve Polonya gibi son zamanlarda demokrasinin saldırı altında olduğu ülkelerde, popülist liderlerin, iktidar partilerinin iktidardaki kontrolleri artırmak veya muhalefeti zayıflatmak için krizi kullandığı görüldü. Anlayacağız salgın sadece sağlık ve ekonomiyi değil, demokrasiyi de vurdu.

Bu kadar sözün ardından peki Türkiye için ne diyorsunuz sorusunu sorabilirsiniz. İronik yanıt vereyim, tıpkı 12 Eylül döneminde yaptığım gibi haberleri BBC’den takip ediyorum.

Tüm yazılarını göster