Sağlıksız ve adaletsiz büyüme

İsmet ÖZKUL KRİTİK AÇI

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) hesabına göre, ekonomi yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3.84 büyüdü. Geçen yılın aynı dönemine göre büyüme hızı yarı yarıya düşmüş olmasına karşın yüzde 4’e yaklaşan bu büyüme oranı da olumlu yorumlarla karşılandı. Oysa gayrısafi yurtiçi hasıla (GSYH) verilerinin ayrıntılarına bakınca, ortada pek de sevindirici bir durum olmadığı ortaya çıkıyor:

Birincisi ekonomi yüzde 4’e yakın büyürken, ekonominin omurgası sanayi küçülmüş. Sanayideki küçülme yüzde 2.63. Üstelik sanayideki küçülme yeni de değil, sanayi üretimi 4 çeyrektir kesintisiz olarak bir önceki yıla göre azalıyor.

Sanayi üretimi küçülürken ihracatta da yüzde 8.97’yi bulan yüksek oranlı bir daralma ortaya çıkmış. Buna karşın ithalatta yüzde 20.33’lük bir sıçrama gerçekleşmiş. Üstelik ihracattaki daralma üç çeyrektir aralıksız sürerken, ithalatta dört çeyrektir aralıksız çift haneli büyüme var

Önce “Çin modeli” sonra “Türk ekonomi modeli” adı takılan ekonomi politikasına göre üretim ve ihracata dayalı bir büyüme gerçekleşecekti. Bu veriler, sonucun tam bir fiyasko olduğunu ortaya koyuyor.

Türk ekonomi modeline göre ihracata dayalı büyüme cari açığın kapanmasını sağlayacaktı. Burada da tersi oldu ve cari açığın GSYH’ya oranı riskli düzeylerde seyrediyor. Yılın ikinci çeyreğinde cari açığın GSYH’ya oranı yüzde 5.72 olurken, yıllıklandırılmış oran yüzde 6.24’e yükseldi. (Bu noktada, sözkonusu dönemde Merkez Bankası’nın rezerv yakarak kurları baskı altında tutmasının hesaplamaya etkisini de gözden kaçırmamak gerek. Kurların baskılanarak düşük tutulması, GSYH’nin dolar olarak daha yüksek hesaplanmasını sağladı. Bu olmasaydı cari açığın GSYH’ya oranı daha da yüksek çıkacaktı.)

Tüm bunların anlamı, ikinci çeyrekteki ılımlı büyüme hızının bile borçlanma ve döviz rezervlerini eritme gibi ekonominin kırılganlığını artıran bir yoldan gerçekleştiği. Büyüme ekonomiye sağlık getirmek yerine sağlığını bozan bir etki yaratmış durumda.

GSYH verilerindeki bir diğer sağlıksız gelişme de bunların uzantısı olarak büyümenin ezici ağırlığının özel tüketim artışından gelmesi. Ekonomi ortalama yüzde 3.84 büyürken özel tüketimdeki büyüme yüzde 15.61’i buluyor. Özel tüketim artışında emeklilikte yaşa takılanların aldıkları tazminatla yaptıkları harcamalar ile yüksek enflasyon nedeniyle erkene çekilen harcamaların bir katkısı var.

Ancak buradaki asıl sorun, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan ücretli çalışanların geçim sıkıntısı artarken, yoksulluk yaygınlaşırken özel tüketimin nasıl olup da bu kadar yüksek bir artış kaydetmiş olmasında. Toplumun büyük bölümü geçinebilmek için her alanda harcamalarını kısarken, özel tüketimin böyle bir artış göstermesi, gelir dağılımının daha da bozulduğunun bir işareti. Toplumun geniş kesimleri tüketimini kısarken, azınlık bir kesim harcamalarını büyük hızla artırmış. Bu veriler büyümenin adaletsiz bir büyüme olduğunu gösteriyor.

Özel tüketimdeki artışın bir kaynağı da kredilerdeki artış olabilir. Bu da ücretler enflasyonun gerisinde kalırken faizlerin tırmanacağı önümüzdeki dönemde, hem borçlu aileler hem de finans kesimi açısından bir sorun yaratma potansiyeli taşıyor.

Kamunun nihai tüketim harcamalarındaki artış da yüzde 5.30 ile ortalama büyüme hızının oldukça üzerinde. Bu da bütçe dengeleri açısından sorunlu bir durum.

Sonuç olarak ikinci çeyrek büyümesi, iç dengeleri ve kaynakları açısından sağlıksız, sosyal açıdan ise adaletsiz bir büyüme niteliği taşıyor. Ekonomiye sağlık, adalet ve refah getiren bir büyüme değil, köklü sorunları artıran bir büyüme ile karşı karşıyayız.

Tüm yazılarını göster