Ruh sağlığı evrensel bir insan hakkı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 10 Ekim gününü görünmeyen bu yaraya vakfediyor. Dertten muzdarip olan masum bireyleri tenzih eder ve sormak isterim, tanı almadan aramızda dolaşanların aldıkları sorumsuz kararlardan dolayı ruh sağlıkları bozulanların evrensel insan haklarını kim koruyacak?
Çevrenize bakın, haberleri okuyun, şahit olduklarınızı düşünün, aklınıza gelen kaç birey için ruh sağlığı yerinde diyebileceksiniz? Ve ayrıca kendinize sormalısınız, ruh sağlığından şüphe ettiğiniz kişilere, sorumluluk üstlenmeleri için bile isteye kaç kez onay verdiniz, ödüllendirdiniz? Ehliyet sahibi olup olmadığını gözetmeden çocuğun servis şoföründen, mahalle muhtarına, ülke yöneticisinden apartman yöneticisine kadar... sizce bu bir hak hovardalığı değil mi?
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre; ruh sağlığı sorunları dünya genelinde her 7 ergenden birini etkiliyor, depresyon ergenlik çağındaki hastalık ve engelliliğin önde gelen nedenlerinden biri. Evrensel tanıma göre, “…her kim ve her nerede olursa olsun, herkesin ulaşılabilecek en yüksek standartta ruh sağlığına sahip olma hakkı var. Bu hak, ruh sağlığı risklerinden korunma hakkını, mevcut, erişilebilir, kabul edilebilir ve kaliteli bakım hakkını ve özgürlük, bağımsızlık ve topluma dahil olma hakkını içeriyor…”
Kolayca ağzımızdan dökülen “psikopat”, “deli misin” gibi yakıştırmaları da mümkün olduğunca dikkatle kullanmak gerektiği ortada. Gerçi 7 kişiden birine inanasım yok, korkarım neredeyse her 2’den biri.
Manzaramız Ukrayna Rusya, Ermenistan Azerbaycan, Filistin İsrail gibi ezeli sorunlu coğrafyaların çatışmadan ansızın savaşa yükselmeleri. Yakın coğrafyamızdalar, kayıtsız kalmak zaten mümkün değil ancak çatışma ve savaşların günlük hayatımızın parçası olması bu coğrafyalardan uzakta yaşayanları da korumaz oldu.
Soru kafamın içinde sallanıyor. Tabii ki tehlike geliyorum diyordu… siviller yerlerinden yurtlarından oldu, kimi öldü, kimi kayboldu, bulunduğu yeri terk edemeyenler orada ölümü beklemeye koyuldu… Çocuklar kargaşada kayboldu, “düşman”ın eline geçenler kurtuldu ama kimliksizleştirildi, siviller rehin alındı, yaşlıların gözünün yaşına bakılmadı. Ve daha niceleri…
İnanın eskisinden daha kolay, kelimeler daha çabuk geliyor aklıma! Anlaşılan her işte kilometre kaydetmek işi kolaylaştırıyor. Pandemide kırıldık, depremde yıkıldık, mülteci seliyle kimliksizleştik, iklim krizini görmedik kavrulduk, sınır ötesinde adı konmamış savaşlara çocuk, kardeş, eş gönderdik dönmediler… güven kalmadı, endişeliyiz. Ve sayılabilecek daha niceleri…
Acılar her gün biraz daha değişik, biraz daha büyük, biraz daha derin ve yaygın olunca duygularımızı ama en çok da üzüntü ve hayal kırıklıklarımızı ekonomik kullanmaya başladığımızdan bu yana yazmak, evet daha kolay.
Birkaç soru;
Zulüm etmek, edilmesine göz yummak hangi mantığın ürünüdür, mantık ruh sağlığının neresinde yer alır ya da tam tersi. Vicdan, akıl, us hangi seviyede kaybolur? Zalim olma hali ruh sağlığının bozulması sayılmalı mıdır?
Uzun süredir yaşandığı için kanıksadığımız kanlı kabile çatışmaları, etnik kökenli çatışmalar, kendi vatandaşını asimile etmek için sıkılan gazlar, ekonomik olaylar, oy artırmak için yapılanlar, serveti katlamak için göze alınanlar, önyargıyla beslenen ve neredeyse sebepsizler… okullarda yurtlarda yaşananlar var, hane içinde kalanlar var!
Bugüne kadar tarih kitaplarında okunanlar uzak bilgilerdi, çatışma ve çatışma kültürü günlük gerçeğimiz haline dönüşünce ezber bozuldu, zincir koptu. Yoksa ilk elden anlatacak bir aile büyüğü, kitap ve belgesellerden edindiğimiz bilgiler ışığında geçmiş savaşların bugünkülerin yanında ilkel ve masum kaldığını görmek de ruh sağlığını tehdit ediyor.
Bakın Filistin İsrail arasında birkaç gün içinde savaş boyutuna tırmanan çatışmaya kadar Ukrayna lideri Viladimir Zelenski kahramanımızdı… Daha fazla uçak daha fazla mühimmat, daha fazla para… Sesi duyulmuyor birkaç gündür. Ortadoğu’daki savaş insani yönünü bir yana, şöhretini tehdit ettiği için kim bilir ne kadar üzüyordur… Bir de silahlanma pastasının bölünecek olması, dikkatlerin dağılması tarifsiz duygular yaşatıyor olmalı.
Canlı yayın araçları, kameralar, muhabirler oradaydı… uzmanlar önümüzdeki on yıllar boyunca savaş anlayışını kökünden şekillendireceğini ifade ediyordu. Modern çatışmaların kontrgerilla harekatlarıyla sınırlı kalabileceği ya da siber uzayda düşük zayiatlı mücadelelere doğru evrilebileceği yönündeki Hollywood senaryolarını kenara koymuş, alternatif sinema tadında insan odaklı kötülükleri izliyorduk. Bir yanda barıştan söz edilirken sivilleri kalkan yapanları gördük, iş dünyasının ekonomik çıkarlarda bölündüğüne şahit olduk. İlkesizliği idealleştirdik. Girişim eko sistemi savaş endüstrisine transfer oldu. Rüşvet verip askerlikten kaçamayan gençleri cepheye göndermek için kurumsal IK’lardan destek alındı, sağ kalırlarsa güney sahillerinde tatil, ailelerine geçinecek para ötesi servet teklifleri yağdı.
Savaşın sınırları geniş ve belirsiz. Afganistan ve Irak'taki çatışmalara benzemiyor ama benziyor. Ukrayna'da siviller savaşın içine kurban olarak çekildiler, katılımcı da oldular öyle ki, akıllı telefonlarla topçu ateşini yönlendirdiler. Ukrayna'nın savaş yazılımı bulut sunucularda barındırılıyor; Finlandiyalı firmalar hedefleme verileri, Amerikalılar uydu iletişimi sağlıyor. Ama eski taktiklerden vazgeçilemiyor; müttefikler Rus ticaretine yaptırım zenginlerine ambargo koydu. Gazze’nin de elektriğini, suyunu kestiler.
Düşmanı, erken tespit etmek; sensörlerini kör etmek, savaş alanına veri göndermek ya da kesmek, birliklerin hareket kabiliyetiyle oynamak üzerine bir yandan savaşıp bir yandan teknoloji geliştiren bir evredeyiz. Yeni teknolojilere yatırım yapmayan, yeni savaş doktrini geliştirmeyen orduların ayakta kalmayacağını ilan ediyorlar, büyük değil küçük orduları alkışlıyorlar… Moda bu yönde!
Yüz binlerce insan ve milyonlarca mühimmattan oluşuyor. Tüketimin şaşırtıcı boyutlarda olduğunu anlıyoruz. Rusya’nın bir yıl içinde 10 milyon top mermisi ateşlediğine… Ukrayna’nın bir ayda 10 bin insansız hava aracı kaybedebildiğine vakıf oluyoruz. Yasaklı “misket bombaları”nın ne olduğunu yeniden öğreniyoruz. Silahlı kuvvetlerin üçte birinin robotik olacağı söyleniyor. Pilotsuz hava kuvvetleri, mürettebatsız tanklar… Hayal etmesi zor ve sonuç olarak anlamsız. Ruh sağlığı şüpheli birinin düğmeye basacak olması ve o gücün yarattığı yıkımın ardından ruh sağlığı kalır mı?
Sıradan insanlar olarak hepimizin adeta birer savaş muhabirine dönüşüp en son teknolojiyi endüstriyel ölçekte değerlendirmekten, mühimmat tüketimiyle ilgili fikir sahibi olmaktan, yüksek yoğunluklu savaşlardan endişe duyacak seviyelerde bilince ulaşmaktan… söz ettiğimiz sürece kelimeler çok kolay geliyor aklıma ve tuşlara dokunan parmaklarıma.
Orta Doğu’da birkaç gündür devam eden savaşı tanımlayan İsrail lideri, bölgenin coğrafi etnik yapısının değişeceğini, bugüne kadar görülmemiş çatışma yaşanacağını, bugüne kadar yaşananların fragman olduğunu ifade etti…
Uydulardaki sensörler, insansız hava aracı filoları, gelişen algoritmalar, fişlemek üzere toplanan veriden oluşan data denizi gerçeğimiz… Ballandırarak tek taraflı haber yaptık. Yaramazlık yapmasın diye dijital oyunla avuttuğumuz çocukların terminolojiye çoktan sahip olduklarını göremedik, büyünce “yaramaz”lık yapanlar onlar değil mi? Böylece geldik günümüze; öğretmeni çocuğa kızdı diye okulu basan veliye, hastane doktorunu darp eden hasta yakınına, kızından çocuğu olan babaya… bıçaklayıp öldürdüğü tanımadığı gence ilişkin polis ifadesinde “yanlış anlamışım” diyen diğer gence nasıl yetişsin ruh sağlığı günü?
İyi bir ruh sağlığı, genel sağlığımızın ve esenliğimizin ayrılmaz parçası. Yokluğu refahın tehdidi.
Ruh Sağlığı Farkındalığı hareketinin bana düşündürdükleri bunlar ve gelecek endişesi.
Neyin hak olduğunu bilmezsek haklarımızı savunamayız, kendimize de sahip çıkamayız değil mi?