Bir işe alma görüşmesi. Genç, iyi bir üniversitenin mühendislik fakültesinden mezun olmuş. Bu yabancı firmaya başvurmuş. Sorular sorulmuş, ilgileri, deneyimleri değerlendirilmiş. Sıra gelmiş kişilik özelliklerine. Görüşmeyi yapan yetkili bizim delikanlıya sormuş: “Diyelim ki, sabah işe geldiniz. Masanıza oturdunuz. Baktınız, her sabah gelen çay yok. Öğrendiniz ki, çaycı hasta imiş; o sabah gelmemiş. Gidip çay ocağına kendi çayınızı yapar mıydınız?” Bizim delikanlı hiç düşünmeden cevap vermiş “Tabi yapardım, neden yapmayayım?”. Şirket yetkilisi notunu almış ve yine sormuş “Çayınızı yaptınız, masanıza gelirken sizi gören arkadaşınız da “Ne güzel çay yapmışsın kendine. Şimdi sunum yapmaya hazırlanıyorum. Senden rica etsem bana da çay yapar mısın?” derse ne yapardınız?” Bizim delikanlı “Arkadaşım o benim, ona da yapardım” demiş. Şirket yetkisi topu bir sonraki çizgiye taşımış. “Arkadaşınızın çayını getirirken toplantı odasında sunum için Genel Müdür’ü bekleyen diğer çalışma arkadaşlarınız da “Hani bize, hani bize?” deseler ne yapardınız”. Bizim ki “Onlar Genel Müdür’ü bekliyorlar. Odayı terk edemezler. Onlara da çay yapar, getirirdim” demiş. Şirket yetkilisi cevaplardan mutlu, notunu almış. Son sorusunu patlatmış “Akşam mesai sonunda şirketten çıkarken boş bardağı çay ocağına götürdünüz. Gördünüz ki, lavabo kirli bardaklarla dolmuş. Çaycının yarına da gelemeyeceğini biliyorsunuz. Bir 10 dakika durup, bulaşıkları yıkar mıydınız? “ Bizim delikanlı bunun üzerine patlamış “Aaa, siz de işin cılkını çıkardınız. Yıkamam tabi”
Yukardaki delikanlının işe alınma mülâkatı böyle geçmiş. Ama Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kariyer yolunda geçirdiği seçmelerde neler olmuş bilmiyoruz. Putin, üniversite mezunu bir başkan; hukuk okumuş. Sovyetler zamanında Rus istihbarat servisi KGB’de istihbarat subayı olarak görev yapmış ve yarbaylık rütbesine kadar yükselmiş. Ve 16 yıllık hizmetten sonra 1991 yılında istifa ederek Saint Petersburg'da siyasi kariyerine başlamış. Boris Yeltsin yönetimine katılmak üzere 1996 yılında Moskova’ya taşınmış. Yeltsin’in dikkatini çekmeyi başarmış. Kısa bir süre Federal Güvenlik Servisi (FSB) direktörü ve Güvenlik Konseyi Sekreteri olarak görev yapmış. Ağustos 1999'da Başbakan olarak atanmış. Yeltsin istifa edince Rusya Devlet Başkanı Vekili olmuş. Dört ay sonra yapılan seçimlerde ilk kez Başkan seçilmiş. 2004 yılında yeniden seçilmiş. O zaman mevcut olan yasalara göre iki dönemden fazla başkan seçilme hakkı yokmuş; ama ülkede anayasa geçerli imiş. Bu nedenle Başkan olamamış, ama 2008-2012 arasında Dmitry Medvedev Başkanlığı döneminde Başbakan olmuş. Başbakanlığın ardından 2012 ve 2018 yıllarında iki kez Başkan seçilmiş. Ve 2021 yılında bir referandum ile Başkanlığı 2036 yılına kadar uzatabilme hakkını elde etmiş.
Petrol ve doğal gaz fiyatlarının aşırı artması ve ekonomik reformlar sonucu Putin döneminde Rusya ekonomisi yılda ortalama %7 büyüdü. Rusya ekonomide bu başarıları gösterdi ama bu süre içinde demokrasiden otoriter bir rejime kaydı. Yolsuzluklar, muhaliflerin ve bağımsız medyanın baskı altına alınması, seçimlere hile karıştırılması ülkede olağan hale geldi. Putin kendini yeni Rusya’nın Çarı gibi görmeye başladı. Çarlık dönemi hayali ile toprak kazanma maceralarına girmeye başladı. Putin üçüncü başkanlık döneminde Kırım’ı topraklarına kattı. Geçen yıl da Ukrayna’ya girdi.
Vladimir Putin yönetimindeki Rusya’nın bu saldırganlığı dünyayı ve özellikle de komşularını ürküttü. Bu nedenle iki İskandinav ülkesi, İsveç ve Finlandiya geçen yıl Mayıs ayında üye olmak üzere Nato’ya resmen başvurdular. İsveç ve Finlandiya’nın üyelik isteğine NATO’nun tüm üyeleri olumlu bakıyordu. Ancak Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye, bu iki ülkenin teröristlere karşı tutumları nedeni ile itiraz edince üyelik gerçekleşemedi. Ama başta ABD. olmak üzere Nato’nun diğer güçlü üyelerinin bastırması ile Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında üçlü müzakereler başladı. Ancak ırkçı bir sapığın Stokholm’deki Türkiye Büyükelçiliği önünde kutsal kitap Kuran’ı yakması yüzünden görüşmeler askıya alınmıştı. Üçlü görüşmeler geçen hafta yeniden başlamış.
Brüksel’deki NATO Karargâhı’ndaki görüşmelerde Türkiye tarafını Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın ve bir Dışişleri Bakan Yardımcısı temsil etmiş. Kalın, toplantının ardından yaptığı basın açıklamasında görüşmelerin olumlu geçtiğini söylemiş. Türkiye tepkisine karşılık karşı taraf da olumlu adımlar atmaya başlamış. Bu sevindirici bir haberdi. Rusların dibinde bulunan ve güvenliklerinden endişe eden iki gelişmiş ülke daha, üyesi bulunduğumuz bir güvenlik şemsiyesinin altına giriyordu. Ancak Anadolu Ajansı’nın geçtiği video’daki bir görüntü herkesi şok etti.
Amerika’ya yaşadığım dönemde “Streaking”diye bir hareket başlamıştı. İnsanları şok etmek için kişiler çırılçıplak soyunup kalabalık yerlerde koşarlardı. Örneğin, 1974 yılında Oscar ödül töreni sırasındaki canlı yayında böyle bir olay yaşanmıştı. İngiliz aktör David Niven, tam ünlü oyuncu Elizabeth Taylor’u sahneye çağıracakken kamera önünden çırılçıplak bir erkek koşarak geçmişti. Salondakiler ve TV karşısındaki bizler şok olmuştuk. Brüksel’deki basın açıklaması haberini gösteren videoyu seyrederken de kamera önünden bir Türk korgenerali geçti ve benzer bir şok yaşadık.
Kamera önünden bir Türk generali geçiyordu. Çırılçıplak değildi, üstünde resmi üniforması vardı. Peki, olayın şaşırtıcı tarafı ne idi? Bizi NATO’da temsil eden Korgeneral, resmi üniformasıyla masadaki boş çay bardaklarını topluyordu. Gördüğüm kareler beni çok şaşırttı. Sonra aklıma gelen olasılıkları tek tek kafamda irdeledim. Acaba korgenerallerin görev tanımları mı değişmişti? Yoksa korgeneral çok titiz birisiydi de masada boş bardak görmeye dayanamamış mıydı? Acaba Paşa boş bardakları görünür yaparak,“İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine bu itirazlarımız boş; sonunda nasılsa paşa paşa evet diyeceğiz” diye bir gizli mesaj mı vermeye çalışıyordu? Yoksa “Bu bardaklar bana zimmetli. En iyisi ben şunlar kırılmadan toplayayım” mı demişti? Acaba işin içinde başka bir iş mi vardı? Çayı içen bir kişinin DNA’i mi gerekliydi de başkası dokunmadan Korgeneral bardağı delil olarak kaldırmıştı? Yoksa Korgeneral terfi bekliyordu da “Bakın elimden her iş gelir” diye yukarılara bir mesaj mı yolluyordu? Ne kadar zorlasam da bu ihtimallerden hiç biri sağlam görünmedi.
Yukarda sıraladığım olasılıklar, olaya Korgeneral köşesinden bakarak ortaya çıkmıştı. Hadi böyle bir kaza olmuştu; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir generali boş çay bardaklarını toplamıştı. Peki, neden devletin resmi ajansı bunu yaymıştı? Acaba bu yılların ajansında “Edit” denen şey henüz tanımlanmamış mıydı? Yoksa birileri korgeneralin önünü kesmek için mi bu videoyu paylaşmıştı?
Acaba bu görüntüdeki garipliği göremeyecek kadar dikkatsiz miydiler? Yoksa “Bak, askeri vesayet öyle değil böyle kaldırılır” diye mesaj mı vermek istemişlerdi.
Biz Silahlı Kuvvetleri geleneği güçlü bir kurum olarak biliriz. O üniformayı taşımak bir ayrıcalık diye biliriz. O üniforma bir köklü kurumun onurunu temsil eder diye biliriz. O üniforma ile her iş yapılmaz diye biliriz. Gerçi cübbeli amiral de gördük; ama boşları toplayan general bir ilk oldu. Yukarıdaki anlattığım delikanlı olsa “Siz de işin cılkını çıkardınız” derdi sanırım.
Not: Merak edenler için söyleyeyim. O kişilikli duruşu yüzünden yukardaki delikanlı işe alındı ve o şimdi genel müdür.